20 Ocak 2012 Cuma

ZENGİNLER DE AĞLAR - DUBAİ VAKASI

[ Ocak 2010 - Esquire Yazımdan...] 

Bugüne kadar zenginliğin, ihtişamın sembolü olan Dubai bir hayli zor günler yaşıyor. Altın varaklı oteller, süper lüks otomobiller, olağanüstü zenginlikteki yaşamlarla önemli bir çekim merkezi olmayı başaran ve çöl ortasında vaha olarak adlandırılan petrol zengini emirlik çok sıkıntılı günler yaşıyor. Büyük başın derdi de büyük olur lafını doğrulayan Dubai’yi Moratoryum sürecine götüren borcu altı üstü 59 milyar dolarcık... Ama yaşananlar teknik olarak iflas olarak nitelendiriliyor.


Para Piyasaları son bir aydır Dubai’yle yatıp Dubai’yle kalkıyor. Batmaz denen ne kadar gemi varsa battı, yıkılmaz denen ne kadar kale varsa yerle bir oldu finans piyasalarında. Ama deprem maalesef hala sona ermiş değil. Hem de tam herşey sakinleşmeye başlıyor denilen anda bu kez de başımıza Dubai çıktı. Dünyada ultra lüksün, gösterişin başkenti olarak anılan Dubai’nin Moratoryum ilan etmesi piyasaları ciddi anlamda salladı. Ekonomiyle uzaktan yakından ilişkisi olan herkes Dubai’yi konuşuyor. Şu ana kadar yaşadığı ve yaşattığı gösterişli hayatlara olan tüm kıskançlığımızı bir kenara koyup “Dubai Vakası”nı anlamaya çalışırsak, öncelikle bilmeyenlerimizin bazı terimlerle tanışması gerekiyor. Öncelikle bilmemiz gereken,dönemin en moda kavramı “Moratoryum” kavramı. 

Teknik olarak,
Moratoryum: Buhranlı devirlerde bir ülke ya da bölgede bütün borçların ya da bir kısım borçların ödenme mecburiyetinin kanunla bir süre geri bırakılması. Kanunu koyanların gördükleri lüzuma göre şekli ve şartları türlü türlü olabilir. Moratoryumun süresi ne gibi borçlar için uygulanacağı başkaca şartları özel kanunla düzenlenir.” şeklinde tanımlanıyor.

Tanımdan da net olarak anlaşıldığı gibi Moratoryum kavramı, sokak diliyle “topu atmak” demek. “Borcum borçtur, ne inkar ederim, ne de öderim” şeklinde kısaca özetlenebilecek durum, ülkenin ya da bölgenin borçları ile o an içinde bulunan koşullarla baş edemediğini, borçlarıyla ilgili yeniden düzenleme ya da erteleme istediğini gösteriyor. Ekonomik tanımlamaları bir kenara bırakıp kelimenin kökenine inince bir karışıklık göze çarpıyor. Kelimenin kökeni konusunda iki güçlü görüş var. Birincisi kelimenin Latincede gecikme anlamına gelen “Mora” kökünden gelip bir geciktirmeyi ifade ettiği. Diğeri ve biraz daha moral bozucu olanı ise kelimenin İspanyolca Morte (Muerte) yani “Ölüm” kökeninden geldiği düşüncesi. Bu görüşe göre moratoryum, bir ülke ekonomisinin nalları diktiğini zarif bir şekilde tarif ediyor. Kelimenin kökeni nereden gelirse gelsin, pratikteki kullanım şekliyle Moratoryum, ülkenin kendi ölüm ilanını vermesidir desek yanlış olmaz. Yanlış değil, “Körfez Eşrafından Petrolzade-Lehmanzede Dubai’nin Hakkın Rahmetine Kavuştuğunu dostlarımızla ve tüm sevenlerle paylaşırız.” gibi bir ilan konunun özetini bir cümlede yapmaya yetiyor aslında.

Moratoryum lafı geçtiğinde ekonomi çevrelerinin sınırlı şaka dağarcıkları içinden ilk sıyrılan ilk espri “Moratoryum’un bir ülkenin mort olması” olduğudur. Ama düşününce bu tanım temelde son derece yanlıştır. Çünkü borcu olan bir kişinin, kurumun ya da ülkenin iflas bayrağını çekmesi kendisinden daha çok muhataplarını mort eder. Sözümüz elbette Dubai’den dışarı, ama borcuna dair tek teminatı olarak iç çamaşırları kalmış olan bir borçlu daha ne kadar mort olabilir ki? 

Gelelim Dubai gerçeğine. Önceliklebaşı dertte olanın kim olduğunu net bir şekilde anlamak gerekiyor. Borç ödemeleriyle ilgili olarak sorun yaşayan, aslında direkt olarak Dubai ülkesi ya da hükümeti değil. Borç yeniden yapılandırmasını isteyen Dubai World şirketi. Bu şirket, aslında Dubai Hükümetinin emlak şirketi ve borcuyla ilgili olarak piyasanın algısı, bu borcun birebir Dubai Emirliği’nin borcu olduğu yönündeydi. Ama tam da bu noktada piyasaların tansiyonunu çıkaran açıklama Dubai Maliye Bakanı Abdulrahman el-Sali’den geldi. El-Salih, açıklamasında Dubai World'ün borcunun Birleşik Arap Emirlikleri’nce garanti edilmediğini, Dubai World'ün hükümetin bir parçası olmadığını düşündüklerini söyledi. Tabiatıyla bu minik “bilgi” hem hepimizin ününü duyduğu üç Palmiye şeklindeki adacıkları projesine para koyan yatırımcıların, hem de aslında tüm dünyanın canını fena halde sıktı. Maliye Bakanı’nın açıklamaları devam ettikçe soğuk duş etkisi yerini daha ziyade sauna sonrası girilen şok havuzu etkisine bırakmaya başlıyordu. Özetle şöyle diyordu El-Salih: “Yatırımcılar hükümete değil, projelere para yatırdılar. Hükümete para yatırmadılar ki paralarını hükümetten istiyorlar!” Bu sıcak açıklama paniği iyice artırdı, kredi derecelendirme kurumları hemen Dubai’nin (dikkatinizi çekerim şirketin değil, ülkenin) kredi notlarını birer birer aşağı çekmeye, düşürmeye başladılar ve gergin bekleyiş başladı.

Piyasaların tam da krizin sonuna gelinmeye başladığını düşündüğü bir dönemde yaşanan bu tatsız gelişmeler tabii ki piyasalarda muazzam bir tedirginliğe neden oldu. Bu haberin büyük negatif etkisi özellikle iki noktadan kaynaklanıyordu. Birincisi, küresel ekonominin büyük ve batı dünyası ile yoğun ilişkileri bulunan bir aktörünün büyük bir darbe yemiş olduğunu deklere etmesi, koca bir köy olduğu defalarca ispatlanan küresel ekonominin diğer büyük oyuncularının da paniklemesine neden olmuştu. Çünkü artık kabul etmek gerek, global ekonomi, tüm oyuncularının birbirine kuyruklarından bağlı oluğu bir oyun aslında. Adına ister Domino Etkisi deyin, ister daha sempatik bir tanımlamayla Kartopu Etkisi, ya da Kelebek Etkisi, şu bir gerçek ki bu global oyunda artık mecburen hepimiz birimiz, birimiz hepimiz demek. 

Dubai Vakasının bu kadar ses getirmesinin bir diğer önemli nedeni ise, adeta sıfırdan yüz kilometreye çıkış hızıyla efsaneleşen “Dubai Modeli”nin çöktüğünü demek ağır bir ifade olsa da, sekteye uğradığını görmek olmuştu. Ne de olsa, “Çölde Vaha” diye adlandırılan Dubai Modeli, piyasaların çok sevdiği bir hikayeydi ve savaş sonrası, kriz sonrası ekonomiler veya sıfır noktasından yapılan tüm çıkışlar için örnek gösterilen bir başarı hikayesiydi. Bir sene öncesine kadar yük yoğunluktan gemilerinin yanaşacak liman bulamadığı Dubai’nin görüntüsünü bugünlerde yansıyanlara bakılırsa yarım bırakılmış inşaatlar, sessiz sedasız limanlar, boş bekleyen gemiler oluşturuyor. Ve bu da ister istemez tüm dünyanın moralini aşırı derecede bozuyor. Hem de morale en çok ihtiyacımız olan bu günlerde...

Dubai Vakası’nda bundan sonra neler olacağı konusunda piyasalar ikiye ayrılmış durumda. Çoğu zaman olduğu gibi; iyimserler ve kötümserler. İyimserlere göre 60 milyar borç (aslında 80 milyar ama bu aşamadan sonra pek de farketmez) hem Dubai, hem de borcun garantörü olan Dubai Emiri için yalnızca biz “normal insanların, standart fanilerin, ortalama ekonomik bireyler olan homo economicus’ların” birbirine borç verdiği 50 lira kadar büyük, dolayısıyla risk içermeyen basit bir meblağ. Ayrıca tüm borç, ederinden çok daha büyük teminatlara bağlanmış ve garantiye alınmış durumda. Dolayısıyla borcun ödenemeyecek olması gibi bir risk söz konusu bile değil. Bu süreç sadece bir yeniden planlama ve yapılandırma dönemi iyimser kanattakilere göre. Kötümser tarafın düşüncesi ise bambaşka, bu meblağın sadece çok daha iri bir buzdağının ucu olduğu ve aslında çok daha büyük bir borç yükünü temsil ettiği. “Batamayacak kadar büyük olmak” yalanının son krizle birlikte sonuna gelindiğini savunan olumsuz kanat, bunun bir kredibilite ve güven sorununa dönüştüğünü, fazlaca şişirilmiş Dubai Balonun patlaması olduğunu savunmakta. Tahmin yürütmek yersiz, hangi senaryonun doğru olduğunu her zaman olduğu gibi zaman gösterecek.

İşlerin nasıl bu noktalara geldiğini daha iyi resmetmek için Dubai Ekonomisine son bir bakış atmakta fayda var. Ekonomisini “Borç yiğidin kamçısıdır” felsefesi üzerine kuran Dubai’nin lokomotif sektörünün emlak sektörü olması da kartopu etkisini hızlandıran, zararı misli misli artıran bir başka unsur oldu. Düşünün, bir yandan kredi kanalları daraldı,yani borç alamıyorsunuz, diğer bir yandan emlak sektörü küresel anlamda muazzam bir darbe yedi, yani mallarınız hızla değer kaybediyor ve elinizdeki malları satamıyorsunuz . Böylece Dubai’nin bel bağladığı ve tüm dünyanın imrenerek izlediği ultra çekici dev projeler teker teker yavaşlamaya hatta yarım kalmaya başladı. Bölgenin en büyük zenginliği olan petrol fiyatlarının global krizin etkisiyle dip yapması da işin tuzu biberi oldu ve ihtişamlı Dubai Ekonomisinin altın varakları birer birer düşmeye başladı.

Dubai’nin yaşadıklarını “bugün sana yarın bana” endişesiyle izleyen, hatta çözüm yolları geliştirmeye çalışanların yanısıra “oh olsun!” diyenlerin sayısı da hiç az değil. Bu büyük zenginliği, ihtişamı, insan gücünün insafsızca suistimal edilmesine ve bölgedeki acımasız hiyerarşiye bağlayanlar da var. Örneğin, Independent yazarlarından Johann Hari, Dubai'yi 'köle işçilerin inşa ettiği, ahlaken iflas etmiş bir diktatörlük' olarak tanımlıyor. Johann Hari şöyle devam ediyor; 'Tur broşürleri ve kibirli Dubaililer şehrin ülkenin lideri Şeyh Muhammed tarafından inşa edildiğini söyleyecektir. Bu doğru değil. Kenti gerçekten inşa edenler yol kenarlarındaki hapishaneye benzeyen yerlerde görülebilir. Ya da dünyanın en yüksek binalarının tepesinde uğraşıp didinirken. Hem de Batılılara, 10 dakikadan fazla kalmamaları tavsiye edilen bir sıcağın altında.’ Haksız da sayılmaz, ne dersiniz?

Sebepleri ne olursa olsun, Dubai’de yaşananların bu küre üzerinde yaşayan istisnasız herkesi ilgilendirdiği şüphesiz bir gerçek. Tüm dünya bu kez de Dubai için nefesini tutmuş bekliyor. Mahallede çıkan bir yangının herkesin yangını olduğu, ilgili ilgisiz herkesi yaktığı artık defalarca ispatlanmış, su götürmez bir gerçek. Aman bu yangın hepimizi yakmadan önlensin de, biz yine abartılı da olsa Dubai’deki anlamsız yapılardan, şeyhlerin “steyşın Ferrari”lerinden, altın kaplama klozetlerden bahsetmeye, kısacası zenginin parasıyla çenemizin yormaya razıyız!

0 yorum:

Yorum Gönder