Takip edenler bilir son yıllarda “Kariyer Günleri” gibi konuşmalara sağolsunlar sıklıkla davet ediyorlar. Öğrenci arkadaşlarla bir araya gelmek bana sıkıcı iş hayatı içinde müthiş bir nefes oluyor. Bunu “Çocuklar interaktif yapalım, ben de sizlerden öğreniyorum” samimiyetsizliğinde söylemiyorum. İlk kez duydukları başarı ve başarısızlık hikayeleriyle dinleyen arkadaşların gözlerinin parlaması bir yana, her gittiğim yerde kendini çok iyi yetiştirmiş ve bana ciddi şeyler katan arkadaşlarla tanışıyorum. Örneğin –ismini hatırlayamadığım için beni affet, yazarsan hemen değiştirip ismini yazacağım kardeşim- Avusturya Lisesi’nde beni Sir Kenneth Robinson’un Changing Paradigms ‘i ile tanıştıran arkadaş.. O günün akşamında akademisyen olan eşimle saatlerce ağzımız açık bir şekilde Sir Kenneth Robinson ‘un çalışmalarını internetten bulup okuduk, izledik, bize neler kattın bilemezsin..
Bu şahane buluşmalar beni ziyadesiyle mutlu ederken, “şimdikiler”i de gözlemleme fırsatım oluyor. Bir kere teveccüh edip beni de sıkça davet ettikleri bu gibi konuşmalar için seçilen kişiler ille Falancanın Genel Müdürü, Filancanın CEO’su ya da Hedehödö Yönetim Kurulu Üyesi oluyor. E haklısınız tabii ki buralara gelmiş amcaların möhim hikayeleri olduğunu düşünmekle.. Ama ya yoksa? İşte o zaman aynı sıkıcı, tek düze, didaktik, sıkıcı coğrafya hocası tadında anlatılan klişe tavsiyelerle yetinmek zorunda kalıyorsunuz.
Son Bursa AIESEC toplantısında şahane bir soru geldi:
“Kişisel Gelişim kitaplarına inanıyor musunuz?” Cevabında da söylediğim gibi, kitaplardan değil, Taksim’deki içliköfteciden alınan kişisel gelişim dersine inanıyorum… Sunumlarımdan herhangi birisini dinleyenler ne demek istediğimi anlamıştır. Henüz bir araya gelemediklerimiz için sürprizi bozmayalım ;)
O salonları doldurmayı kışın soğuğunda, yazın sıcağında çimenlerde uzanmaya, sevgilinizle yuvarlanmaya ya da en basitinden, King oynamaya tercih etmişseniz o salonda konuşan kişiler olarak 1 saatte hayatınız değiştirsek iyi olur di mi?! ;) Bence de. Öğreten konuşmalardan nefret ettiğimi, dinlemeye de yapmaya da tahammülüm olmadığını takip edenler bilir. Gelip size bazı hikayeler anlatıp gidiyorum.. Kimisi başarı hikayesi, kimisi başarısızlık hikayesi.. ama hepsi “Başkalarının Hikayeleri”. Bu hikayelerden nasıl faydalanacağınız tamamıyla size kalmış. Geçenlerde “Türev Ürünlerle ilgili görüşmek için” randevu alarak ziyarete gelen önemli aracı kurumlardan birinden 2 dünya tatlısı genç hanım mesela.. Kalkarken “Geçen sene bizim okulumuzda anlattığınız borsa ekranını uyurken karşısına koyan borsacı –ki bu ben oluyorum ;) – hikayesi beni ve kararlarımı çok etkiledi, daha çok sorgulayarak, daha çok irdeleyerek verdim kararlarımı ” dedi. Ya da Boğaziçi Üniversites'inde yanıma gelip "Üniversiteye radyo programlarınızı dinleyerek hazırlandım. Yalova'da başka bir eğlencem yoktu. Şimdi Boğaziçi'ni kazandım ve sayenizde radyocu oldum" diyen Yasemin gibi.. Ne mutlu sorgulatabildiysek, bizim hatalarımıza düşmemenize katkı sağlayabildiysek, Amerikan filmlerinden meslek seçmemenize katkı sağlayabildiysek… Bi kaç hayata dokunabildiysek ucundan..
Bursa AIESEC Organizasyonu yine harikaydı, harika bir ev sahipliği gördük. Salon pırıl pırıl gözlerle doluydu, benim için en önemli şeylerden biri: Küçük Prens ’i salonun çoğu okumuştu! ;) Konuşmanın başında söylediğim gibi 39 derece ateşle yaptığım için benim için cidden “Ateşli bi konuşma” oldu, umarım herkes için öyle olmuştur. Umarım sorgulatabildik, başarı kriterlerini, mutluluk kriterlerini, “kariyer” hikayesini, umarım hayalinizdeki o adamlar olmak isterken nelerden vazgeçmemek gerektiğini, roket hikayesindeki “o naif küçük oğlan çocuğunu” hiç öldürmemek gerektiğini, o öldüğü gün kariyerin de, başarının da, mutluluğun da onunla beraber öleceğini, içinizdeki çocuğu o roketin başı gibi pamuklara sarıp sarmalamanız gerektiğini.. O sıkıcı ofislere girmeden, dört duvar arasında kısılmadan, kurumsal hayatın kravatlı sıkıcı piyonu olmadan da mutlu, başarılı ve ne demekse “Kariyer”li olunabileceğini.. Arkadaşlarınızla mizah dergisini arka cebinde kıvırıp çimenlerde debelendiğin o günün, terfi aldığın günden daha kıymetli olduğunu.. Kız arkadaşının elinden tutup beş parasız denize doğru baktığın “an”ın kıymetini..
Ve bir şey daha. Geçenlerde yine bir konuşma için bir yerlere gittik, çıkıp otoparka doğru yöneldiğimde bir şey düşündüm. Kariyer Günlerine pahalı arabalarla, ciplerle değil bisikletle gelen adamlar olursa bir gün ve siz o adamları bulup davet edebilirseniz okullarınıza, klüplerinize, her şey çok ama çok daha güzel olacak arkadaşlar…
İçinizdeki ,sanatı,sanatçıyı, çocuğu bulun ve ona yapışın. O nereye gittiğini çok iyi biliyor!
Bu da benden duyabilebileceğiniz ilk ve son didaktik cümledir! ;)
“Her çocuk sanatçı doğar. Esas problem büyüdüğünde de sanatçı kalabilmektir” Pablo Picasso.