12 Ekim 2016 Çarşamba


Son yılların en önemli konularından birisi tüm dünyada “Big Data” yani büyük veri. Konu ister pazarlama olsun, ister teknoloji, isterse ekonomi ya da medya; herkesin dilinde, bir “big data”dır gidiyor.. Ölçemediğini yönetemezsin felsefesinden hareketle önemi iyice artan “veri”, dolayısıyla da “büyük veri” aynı zamanda önemli bir ekonomik olgu.



Bilginin tarihin gelmiş geçmiş tüm dönemlerinden daha ulaşılabilir olması aynı zamanda da ucu bucağı olmayan bir bilgi çöplüğünün oluşmasına neden oluyor haliyle. Teknolojiyi daha çok kullanarak daha çok ayak izi bırakıyoruz. Yemek yediğimiz her restoran, tercih ettiğimiz her ürün, eve giderken seçtiğimiz yol, arkadaş listemizdeki her kişi, iletişim sıklığımız, hangi TV programlarını ya da web sitelerini sevdiğimiz, hatta bir mağazaya girdiğimizde gezmeye ve almaya sıklıkla hangi taraftan başladığımız. Tüm bu verilerin bir yerlerde birileri tarafından tutulduğunu bilmek insanı korkutuyor değil mi? Bu veriler bizlere mal ve hizmet üreten firmalar tarafından bize daha iyi ve etkili ulaşabilmek için kullanılıyor. Bildiğimiz kadarıyla. Şimdilik..



Dünyada bugüne kadar şu anda bilinen anlamda oluşmuş tüm datanın %90 ‘ının son iki yılda oluştuğu söyleniyor. Hepimizin elinde neredeyse günde 15-20 saat mobil cihazlar ve durmadan data üretiyoruz. Peki çok gerekli datalar mı bunlar? Elbette hepsi değil. İşte iyi ve işe yarayabilecek kaliteli veriyi bu dev çöplükten çıkarabilme konusu tam bu noktada sonsuz önem kazanıyor. Facebook’la birlikte üzerinde iyice durulması gereken “Bir ürün için para ödemiyorsan ürün aslında sensindir!” kavramı aslında meseleyi ve ekonomik boyutunu anlamak için yola çıkılması gereken nokta. Bu söz basitçe şunu söylüyor; müşteriye bedelsiz olarak sunulan her ürünün, mal da olsa hizmet de, temel amacı müşterinin verisine ulaşmaktır. Sosyal ağlardan başlayarak üstünde ciddiyetle düşünülmesi gereken konu bu. Daha fazla cep telefonuyla konuşabilmemiz –ve iletişim verisi oluşturabilmemiz- için ücretsiz verilebilen cep telefonları, okuyucuların ve hatta ülkelerin demografilerinin daha iyi yorumlanması amacıyla kullanılabilecek okuma alışkanlıkları  için ücretsiz kindle’ların dağıtılması ya da sosyal ağların ücretsiz olması tesadüf değil. Alınıp satılan bu ürünler değil, biziz. Hepsi data fazla ve daha kolay data üretebilelim diye. Biz de fena gitmemişiz veri sağlayıcılar olarak; 2012 yılından bu yana her yıl ortalama 1.2 zettabyte veri sağlamışız, yani 16GB’lık iPhone’lardan 80 milyar adet doldurabilecek kadar. Bahsi geçen data, dünyanın çevresini 100 kereden fazla dolaşıyor.

Dışında kalınması neredeyse imkansız olan eğlenceli sosyal ağlar bizi ilkokul arkadaşlarımızla buluşturmanın epeyce ötesinde; kimi nereden tanıdığımızı belli bir algoritma içinde belirlemekten tutun da hangi markaları beğendiğimiz, seyahat sıklığımız, ne zaman hangi restoranda ya da hangi ülkede bulunduğumuz gibi verileri üstelik de tamamıyla bize derletiyor. E gayet normaldir ki bu verilerin de alıcısı var. Ticari markalar, sivil toplum kuruluşları, ülkeler, bireyle ve tüketiciyle işi olan herkes ‘Big data’nın alıcısı. 2012 yılında 6.3 milyar dolar olan küresel büyük veri pazarının 2018’de  48.3 milyar dolar olması bekleniyor. Çok şaşırtıcı olmasa gerek; birkaç sene önce var olmayan bu dev pazarın en büyük oyuncusu %54.5 ‘i elinde tutan Amerika. Hemen ardından Avrupa geliyor.


Peki korkmalı mıyız? 20 sene önce bu soruya “Yok canım, bilgiden korkulur mu!” diye cevap verebilirdik elbette. Ama artık durumlar bir hayli değişti. Gittiğim restoran ya da seyahat planımı paylaşmak bir sonraki sefer için daha güzel öneriler alabileceksem mantıklı gelebilir. Ama spor yaparken kolumuza taktığımız bilekliklerin de bir yerlerde kalp atışımız, kan akışımız gibi olağanüstü özellikte bilgileri derlediğini düşünmek insanı korkutmuyor değil. Tabi tüm bu bilgileri eğlenceli hale getirerek, adeta bilgi sağlamak için yarıştırarak doğrudan sahibinin sisteme atmasını sağlayabilmek esas pazarlama dehası ve başarı. Yani büyük veri aslında sen, ben, hepimiziz. Hepimizin oluşturduğu bir deniz. Sıcak günlerde bizi serinletip  derde derman olduğu sürece ne ala da, ya günün birinde Tsunami olursa? 
(GQ , Şubat 2015)

EN BÜYÜK KİMİN DATASI?


Son yılların en önemli konularından birisi tüm dünyada “Big Data” yani büyük veri. Konu ister pazarlama olsun, ister teknoloji, isterse ekonomi ya da medya; herkesin dilinde, bir “big data”dır gidiyor.. Ölçemediğini yönetemezsin felsefesinden hareketle önemi iyice artan “veri”, dolayısıyla da “büyük veri” aynı zamanda önemli bir ekonomik olgu.



Bilginin tarihin gelmiş geçmiş tüm dönemlerinden daha ulaşılabilir olması aynı zamanda da ucu bucağı olmayan bir bilgi çöplüğünün oluşmasına neden oluyor haliyle. Teknolojiyi daha çok kullanarak daha çok ayak izi bırakıyoruz. Yemek yediğimiz her restoran, tercih ettiğimiz her ürün, eve giderken seçtiğimiz yol, arkadaş listemizdeki her kişi, iletişim sıklığımız, hangi TV programlarını ya da web sitelerini sevdiğimiz, hatta bir mağazaya girdiğimizde gezmeye ve almaya sıklıkla hangi taraftan başladığımız. Tüm bu verilerin bir yerlerde birileri tarafından tutulduğunu bilmek insanı korkutuyor değil mi? Bu veriler bizlere mal ve hizmet üreten firmalar tarafından bize daha iyi ve etkili ulaşabilmek için kullanılıyor. Bildiğimiz kadarıyla. Şimdilik..



Dünyada bugüne kadar şu anda bilinen anlamda oluşmuş tüm datanın %90 ‘ının son iki yılda oluştuğu söyleniyor. Hepimizin elinde neredeyse günde 15-20 saat mobil cihazlar ve durmadan data üretiyoruz. Peki çok gerekli datalar mı bunlar? Elbette hepsi değil. İşte iyi ve işe yarayabilecek kaliteli veriyi bu dev çöplükten çıkarabilme konusu tam bu noktada sonsuz önem kazanıyor. Facebook’la birlikte üzerinde iyice durulması gereken “Bir ürün için para ödemiyorsan ürün aslında sensindir!” kavramı aslında meseleyi ve ekonomik boyutunu anlamak için yola çıkılması gereken nokta. Bu söz basitçe şunu söylüyor; müşteriye bedelsiz olarak sunulan her ürünün, mal da olsa hizmet de, temel amacı müşterinin verisine ulaşmaktır. Sosyal ağlardan başlayarak üstünde ciddiyetle düşünülmesi gereken konu bu. Daha fazla cep telefonuyla konuşabilmemiz –ve iletişim verisi oluşturabilmemiz- için ücretsiz verilebilen cep telefonları, okuyucuların ve hatta ülkelerin demografilerinin daha iyi yorumlanması amacıyla kullanılabilecek okuma alışkanlıkları  için ücretsiz kindle’ların dağıtılması ya da sosyal ağların ücretsiz olması tesadüf değil. Alınıp satılan bu ürünler değil, biziz. Hepsi data fazla ve daha kolay data üretebilelim diye. Biz de fena gitmemişiz veri sağlayıcılar olarak; 2012 yılından bu yana her yıl ortalama 1.2 zettabyte veri sağlamışız, yani 16GB’lık iPhone’lardan 80 milyar adet doldurabilecek kadar. Bahsi geçen data, dünyanın çevresini 100 kereden fazla dolaşıyor.

Dışında kalınması neredeyse imkansız olan eğlenceli sosyal ağlar bizi ilkokul arkadaşlarımızla buluşturmanın epeyce ötesinde; kimi nereden tanıdığımızı belli bir algoritma içinde belirlemekten tutun da hangi markaları beğendiğimiz, seyahat sıklığımız, ne zaman hangi restoranda ya da hangi ülkede bulunduğumuz gibi verileri üstelik de tamamıyla bize derletiyor. E gayet normaldir ki bu verilerin de alıcısı var. Ticari markalar, sivil toplum kuruluşları, ülkeler, bireyle ve tüketiciyle işi olan herkes ‘Big data’nın alıcısı. 2012 yılında 6.3 milyar dolar olan küresel büyük veri pazarının 2018’de  48.3 milyar dolar olması bekleniyor. Çok şaşırtıcı olmasa gerek; birkaç sene önce var olmayan bu dev pazarın en büyük oyuncusu %54.5 ‘i elinde tutan Amerika. Hemen ardından Avrupa geliyor.


Peki korkmalı mıyız? 20 sene önce bu soruya “Yok canım, bilgiden korkulur mu!” diye cevap verebilirdik elbette. Ama artık durumlar bir hayli değişti. Gittiğim restoran ya da seyahat planımı paylaşmak bir sonraki sefer için daha güzel öneriler alabileceksem mantıklı gelebilir. Ama spor yaparken kolumuza taktığımız bilekliklerin de bir yerlerde kalp atışımız, kan akışımız gibi olağanüstü özellikte bilgileri derlediğini düşünmek insanı korkutmuyor değil. Tabi tüm bu bilgileri eğlenceli hale getirerek, adeta bilgi sağlamak için yarıştırarak doğrudan sahibinin sisteme atmasını sağlayabilmek esas pazarlama dehası ve başarı. Yani büyük veri aslında sen, ben, hepimiziz. Hepimizin oluşturduğu bir deniz. Sıcak günlerde bizi serinletip  derde derman olduğu sürece ne ala da, ya günün birinde Tsunami olursa? 
(GQ , Şubat 2015)

23 Şubat 2016 Salı

Beni tanıyanlar TED konuşmalarının hayatımda ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu bilirler. Sadece benim değil, dünya üzerinde belki yüz binlerce kişinin severek takip ettiği, videoları izlenme rekorları kıran, hatta yorumlarda bir kısım insanın hayatını değiştirdiğini ifade ettiği konuşmalar TED konuşmaları. ( https://www.youtube.com/user/TEDxTalks )

Kendini "Ideas worth Spreading" yani "Yaymaya değer fikirler" olarak tanımlayan bu organizasyon, dünya üzerinde TEDx ismiyle pek çok ülke ve şehirde yaşatılıyor. Merak edenlerin bu şahane konuşmaları Youtube'daki TEDx Talks kanalından takip etmesini özellikle ve önemle tavsiye ederim.

Türkiye'de düzenlenen oldukça dikkat çekici ve başarılı TEDx organizasyonları içinde de bir süre içinde epey iddialı hale geleceğine yürekten inandığım " TEDx Nilüfer" bu sene ilk kez Bursa- Nilüfer'deki Bursa Akademik Odalar Yerleşkesi'nde, had safhada ihtiyacımız olan "Mutluluk" teması ile gerçekleşecek. Tam program açıklandığında sizlerle paylaşacağım.

Ben de nazik davetleri ile TEDx Nilüfer 'de "Mutluluk: Her şeyi bırakıp gitmeden ya da kanser olmadan önce.." başlıklı konuşmamı yapacağım için çok mutluyum. Velhasıl, her defasında muhteşem bir seyirci kalabalığıyla şahane buluşmalar yaşadığımız Bursa ile bu kez de bir TED Konuşmasında buluşacağız.
Orada olanları, merak edenleri, yolu düşenleri ve yolunu düşürecek olanları bekleriz..
Her zaman söylediğim gibi; güzel bir "muhabbet" olacağını umuyorum. :)

TEDx NİLÜFER 'DE "MUTLULUK" KONUŞACAĞIZ..

Beni tanıyanlar TED konuşmalarının hayatımda ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu bilirler. Sadece benim değil, dünya üzerinde belki yüz binlerce kişinin severek takip ettiği, videoları izlenme rekorları kıran, hatta yorumlarda bir kısım insanın hayatını değiştirdiğini ifade ettiği konuşmalar TED konuşmaları. ( https://www.youtube.com/user/TEDxTalks )

Kendini "Ideas worth Spreading" yani "Yaymaya değer fikirler" olarak tanımlayan bu organizasyon, dünya üzerinde TEDx ismiyle pek çok ülke ve şehirde yaşatılıyor. Merak edenlerin bu şahane konuşmaları Youtube'daki TEDx Talks kanalından takip etmesini özellikle ve önemle tavsiye ederim.

Türkiye'de düzenlenen oldukça dikkat çekici ve başarılı TEDx organizasyonları içinde de bir süre içinde epey iddialı hale geleceğine yürekten inandığım " TEDx Nilüfer" bu sene ilk kez Bursa- Nilüfer'deki Bursa Akademik Odalar Yerleşkesi'nde, had safhada ihtiyacımız olan "Mutluluk" teması ile gerçekleşecek. Tam program açıklandığında sizlerle paylaşacağım.

Ben de nazik davetleri ile TEDx Nilüfer 'de "Mutluluk: Her şeyi bırakıp gitmeden ya da kanser olmadan önce.." başlıklı konuşmamı yapacağım için çok mutluyum. Velhasıl, her defasında muhteşem bir seyirci kalabalığıyla şahane buluşmalar yaşadığımız Bursa ile bu kez de bir TED Konuşmasında buluşacağız.
Orada olanları, merak edenleri, yolu düşenleri ve yolunu düşürecek olanları bekleriz..
Her zaman söylediğim gibi; güzel bir "muhabbet" olacağını umuyorum. :)

15 Şubat 2016 Pazartesi


(2015, GQ) Geçen Kurban bayramında mail kutuma düşen bir emaili anlayabilmem için birkaç kez okumam gerekti. Bayramımı kutluyorlardı ama galiba eşiminkini de kutluyorlardı çünkü Bay/Bayan Ünaldı demişlerdi.. Sonra farkettim ki marka, had safhada bi nezaketle eşimin de bayramını tebrik etmiyor, sadece erkek mi kadın mı olduğuma bile bakmadan binlerce kişiyle birlikte bana da otomatik mesaj  göndermişti. Benim için bayramın kurbanı o marka oldu..

Önümüzdeki dönemde tüm dünyada özellikle pazarlama dünyasının en çok yoğunlaştığı konulardan birisi “kişiselleştirme”. Artık tüketici geleneksel ve kitlesel yöntemlerle anlatılan hikayelere, satılan mallara ilgi göstermiyor. Malı, hizmeti, deneyimi satabilmenin yolu artık büyük ölçüde onu kişiye özel yapmaktan geçiyor. Herkes için yapılmış bir mal hiçbirimizi ilgilendirmiyor. Çünkü hepimiz çok özeliz! En azından bunun hissettirilmesini istiyoruz.

Bayram ve özel gün kutlama mesajları.. Çoğunluğu ne kadar antipatik değil mi? Bayramı ya da o özel günü kutlamak, kişiyi özel hissetirmek bir yana, hele bir de cevap yazılması gerekiyorsa anında işkence haline dönüştürebiliyor. Peki ne oldu bize de eskiden zevk olan bazı şeyler angarya haline geldi? Bayram kutlaması nasıl olur da özel hissettirmek bir yana sıkıntıya dönüşebiliyor? Pazarlama dünyası multikanal, omnikanal diye gezinedursun; Y ve Z jenerasyonları işin kuralını çoktan koydu: Bana mal satmak istiyorsan önce bana hitap edeceksin. Malın hitap etmesinden bahsetmiyorum, bizzat markanın tüketiciye, -hatta mümkünse ismiyle- hitap etmesinden bahsediyorum. Evrendeki tüm kelimeler içinde kişiyi en çok mutlu eden kendi ismidir derler. İsim kullanımı tabii ki işin en bariz ve en rahat konuşulabilir tarafı. Ama alışveriş deneyimini kişiye özel hale getirmek önümüzdeki yeni dönemin şüphesiz en önemli megatrendi. 



Aslında herşeyimizi kişiselleştirmeye başlamıştık bir süredir. Medyayı ele alalım. Klasik yöntemlerle eski kanaldan herkes için sunulan medyayı almaktan sanırım çoğunluk bayağı uzun süre önce vazgeçti. Sosyal medyanın yükselişi de işte tam bu noktada ortaya çıktı. Yani olayları, gelişmeleri ve gündemi kendi şekillendirdiği şekilde ve kendi seçtiği ağızlardan dinlemek istemek Twitter’ı ya da sözlükleri anlamlı hale getirdi. Medyamız kişiselleşti, haberi istediğimiz kanaldan, istediğimiz kişinin yorumuyla onun kaleminden alıyoruz. Bunun yanında toplu olarak yapılması gelenekselleşmiş ya da avantajlı görülmüş bazı işleri düşünelim; eğitim ya da spor gibi. 

Eğitimin kişiselleştiğini, daha da kişiselleşeceğini söylemek için müneccim ya da daha trendy karşılığıyla fütürist olmaya gerek yok. Tüm dünyada mevcut eğitim sistemleri –en havalı dünyaca ünlü üniversiteler de dahil olmak üzere- artık mavi ekran veriyor! Yeni sistemlerin geleceği ve bunun da bilgiye ulaşmanın bu kadar kolay olduğu zamanlarda bilgi teknolojileri üzerinden göz açıp kapayana kadar gerçekleşeceği aşikar. Sporu ele alalım. Dünyanın en önde gelen teknoloji fuarlarında göze sokulan megatrend diyor ki; spor yapmak için kimseye ihtyacın yok, gaz veren arkadaşın da sensin, antrenörün de sensin. Senin vücudunu kimse senden –ve şu elimizde gördüğün banttan- daha iyi tanıyamaz, kalabalıklara ihtiyacın yok.  Eğitim kişiselleşiyor, haber kaynakları kişiselleşiyor, spor kişiselleşiyor ama sadece kişiselleşiyor mu yalnızlaşıyor mu?


Korkunç bir sürüden ayrılma hissi, had safhada özel hissetme ihtiyacı, karşı konulamaz bir eskiyi eleştiri güdüsü. Hepsi markaların tüketiciye ulaşmasında eski yöntemleri çöpe atmasını bir numaralı öncelik haline getirdi. Tüm bu psikolojik faktörler bir anda ekonomik dalgalar haline geldi. Ben bunu şöyle adlandırıyorum; global ekonomide bir şey oldu, tüketici oyuna girdi! Markalar eskiden sadece kendi ürünlerini tek bir kabulle şekillendirirken şimdi neredeyse karşılarındaki her bir alıcı için bir ürün tasarlamak durumunda hissediyorlar. Karşılarındakinin birey olduğunu ve hitap edilmesi gerektiğini anladılar. İlgi alanı, kişilik özelliği ya da en basit şekliyle adından yakalanan kişinin mesajınızı alması da daha kolay oluyor.  Bunun en iyi örneği yıllar önce hepimizi teker teker adıyla yatmaya gönderen Adile Naşit’tir. Hangimiz karşı koyabildik ki ona?! ;)

ZEVK-İ DATA

Yeni nesil tüketici hitap edilmek istiyor da, hitap etmek için tanımak gerekiyor. Bunun da satıcılar tarafından bakıldığında yolu tabii ki veri toplamak. Internetten, yaptığımız işlemlerden, ziyaret ettiğimiz her site ve reel mekandan oluşan bir “büyük veri” havuzu oluşuyor. Ama bir yandan da hepimiz veri verme konusunda pek nazlıyız. Araştırmaya göre tüketicilerin %22’si film, %29’u müzik alırken, %22’si seyahat için verilerini vermekten çekinmiyor. Demek ki bu işin “zevk”le kesin bir ilgisi var.

YENİ SİYAH



Tüketiciye birden çok ve birbiriyle iletişimdeki kanaldan ulaşan omnichannel, son zamanlarda ekonominin ve özellikle pazarlama dünyasının mitlerinden. Nasıl olmasın ki tüketicilerin %82’si o an mağazada bile olsa cep telefonuyla başka yerlerdeki fiyatları kıyaslıyor, %88’i aldıkları yerden başka bir fiyat teklifini mutlaka başka bir kanaldan araştırmış oluyor, %65’i mutlaka birden çok kanaldan alışveriş yapıyor, %21’i ise 4 farklı kanaldan birden alışveriş yapıyor!

İLK "CUSTOMIZATION" UYGULAMAMIZ : ADİLE NAŞİT!


(2015, GQ) Geçen Kurban bayramında mail kutuma düşen bir emaili anlayabilmem için birkaç kez okumam gerekti. Bayramımı kutluyorlardı ama galiba eşiminkini de kutluyorlardı çünkü Bay/Bayan Ünaldı demişlerdi.. Sonra farkettim ki marka, had safhada bi nezaketle eşimin de bayramını tebrik etmiyor, sadece erkek mi kadın mı olduğuma bile bakmadan binlerce kişiyle birlikte bana da otomatik mesaj  göndermişti. Benim için bayramın kurbanı o marka oldu..

Önümüzdeki dönemde tüm dünyada özellikle pazarlama dünyasının en çok yoğunlaştığı konulardan birisi “kişiselleştirme”. Artık tüketici geleneksel ve kitlesel yöntemlerle anlatılan hikayelere, satılan mallara ilgi göstermiyor. Malı, hizmeti, deneyimi satabilmenin yolu artık büyük ölçüde onu kişiye özel yapmaktan geçiyor. Herkes için yapılmış bir mal hiçbirimizi ilgilendirmiyor. Çünkü hepimiz çok özeliz! En azından bunun hissettirilmesini istiyoruz.

Bayram ve özel gün kutlama mesajları.. Çoğunluğu ne kadar antipatik değil mi? Bayramı ya da o özel günü kutlamak, kişiyi özel hissetirmek bir yana, hele bir de cevap yazılması gerekiyorsa anında işkence haline dönüştürebiliyor. Peki ne oldu bize de eskiden zevk olan bazı şeyler angarya haline geldi? Bayram kutlaması nasıl olur da özel hissettirmek bir yana sıkıntıya dönüşebiliyor? Pazarlama dünyası multikanal, omnikanal diye gezinedursun; Y ve Z jenerasyonları işin kuralını çoktan koydu: Bana mal satmak istiyorsan önce bana hitap edeceksin. Malın hitap etmesinden bahsetmiyorum, bizzat markanın tüketiciye, -hatta mümkünse ismiyle- hitap etmesinden bahsediyorum. Evrendeki tüm kelimeler içinde kişiyi en çok mutlu eden kendi ismidir derler. İsim kullanımı tabii ki işin en bariz ve en rahat konuşulabilir tarafı. Ama alışveriş deneyimini kişiye özel hale getirmek önümüzdeki yeni dönemin şüphesiz en önemli megatrendi. 



Aslında herşeyimizi kişiselleştirmeye başlamıştık bir süredir. Medyayı ele alalım. Klasik yöntemlerle eski kanaldan herkes için sunulan medyayı almaktan sanırım çoğunluk bayağı uzun süre önce vazgeçti. Sosyal medyanın yükselişi de işte tam bu noktada ortaya çıktı. Yani olayları, gelişmeleri ve gündemi kendi şekillendirdiği şekilde ve kendi seçtiği ağızlardan dinlemek istemek Twitter’ı ya da sözlükleri anlamlı hale getirdi. Medyamız kişiselleşti, haberi istediğimiz kanaldan, istediğimiz kişinin yorumuyla onun kaleminden alıyoruz. Bunun yanında toplu olarak yapılması gelenekselleşmiş ya da avantajlı görülmüş bazı işleri düşünelim; eğitim ya da spor gibi. 

Eğitimin kişiselleştiğini, daha da kişiselleşeceğini söylemek için müneccim ya da daha trendy karşılığıyla fütürist olmaya gerek yok. Tüm dünyada mevcut eğitim sistemleri –en havalı dünyaca ünlü üniversiteler de dahil olmak üzere- artık mavi ekran veriyor! Yeni sistemlerin geleceği ve bunun da bilgiye ulaşmanın bu kadar kolay olduğu zamanlarda bilgi teknolojileri üzerinden göz açıp kapayana kadar gerçekleşeceği aşikar. Sporu ele alalım. Dünyanın en önde gelen teknoloji fuarlarında göze sokulan megatrend diyor ki; spor yapmak için kimseye ihtyacın yok, gaz veren arkadaşın da sensin, antrenörün de sensin. Senin vücudunu kimse senden –ve şu elimizde gördüğün banttan- daha iyi tanıyamaz, kalabalıklara ihtiyacın yok.  Eğitim kişiselleşiyor, haber kaynakları kişiselleşiyor, spor kişiselleşiyor ama sadece kişiselleşiyor mu yalnızlaşıyor mu?


Korkunç bir sürüden ayrılma hissi, had safhada özel hissetme ihtiyacı, karşı konulamaz bir eskiyi eleştiri güdüsü. Hepsi markaların tüketiciye ulaşmasında eski yöntemleri çöpe atmasını bir numaralı öncelik haline getirdi. Tüm bu psikolojik faktörler bir anda ekonomik dalgalar haline geldi. Ben bunu şöyle adlandırıyorum; global ekonomide bir şey oldu, tüketici oyuna girdi! Markalar eskiden sadece kendi ürünlerini tek bir kabulle şekillendirirken şimdi neredeyse karşılarındaki her bir alıcı için bir ürün tasarlamak durumunda hissediyorlar. Karşılarındakinin birey olduğunu ve hitap edilmesi gerektiğini anladılar. İlgi alanı, kişilik özelliği ya da en basit şekliyle adından yakalanan kişinin mesajınızı alması da daha kolay oluyor.  Bunun en iyi örneği yıllar önce hepimizi teker teker adıyla yatmaya gönderen Adile Naşit’tir. Hangimiz karşı koyabildik ki ona?! ;)

ZEVK-İ DATA

Yeni nesil tüketici hitap edilmek istiyor da, hitap etmek için tanımak gerekiyor. Bunun da satıcılar tarafından bakıldığında yolu tabii ki veri toplamak. Internetten, yaptığımız işlemlerden, ziyaret ettiğimiz her site ve reel mekandan oluşan bir “büyük veri” havuzu oluşuyor. Ama bir yandan da hepimiz veri verme konusunda pek nazlıyız. Araştırmaya göre tüketicilerin %22’si film, %29’u müzik alırken, %22’si seyahat için verilerini vermekten çekinmiyor. Demek ki bu işin “zevk”le kesin bir ilgisi var.

YENİ SİYAH



Tüketiciye birden çok ve birbiriyle iletişimdeki kanaldan ulaşan omnichannel, son zamanlarda ekonominin ve özellikle pazarlama dünyasının mitlerinden. Nasıl olmasın ki tüketicilerin %82’si o an mağazada bile olsa cep telefonuyla başka yerlerdeki fiyatları kıyaslıyor, %88’i aldıkları yerden başka bir fiyat teklifini mutlaka başka bir kanaldan araştırmış oluyor, %65’i mutlaka birden çok kanaldan alışveriş yapıyor, %21’i ise 4 farklı kanaldan birden alışveriş yapıyor!