1 Ocak 2012 Pazar

IŞIK DOĞUDAN YÜKSELİR (Mİ)?

Son dönemlerde Dünya Ekonomisi ile bizim Futbol Ligi arasındaki parelelliğin farkında mısınız? Dünya Ekonomisi’nde de “Üç Büyük” kalmadı, her hafta yeni bir lider çıkıyor ama yarışı sürükleyen yok. Bizim ligi olduğu gibi Global ekonomiyi de izlemek hiç ama hiç keyif vermiyor! Her ikisinde de kadrolar göz doldurmuyor, yıldız kavramı kalmadı, favoriler yarıştan düştü, beklenmedik takımlar sürpriz peşinde, efsane olmuş hocaların, teorisyenlerin işi ne kadar bildiği sorgulanır oldu. Her ikisini de izleyenlerde bir “Bitse de gitsek” havası hakim... 

Bu toz duman içerisinde hem futbol, hem ekonomi otoritelerinin kabul ettiği bir gerçek var. O da artık işin kurallarını eskisi gibi batının koymadığı. “Easternization” yani doğululaşma, son dönemde küresel ekonomiyi, bununla birlikte tabii ki göbekten bağlı olduğu kardeşleri sosyal hayat ve popüler kültürü de derinden etkileyen trendlerin en önemlisi olarak kabul ediliyor. 

Çin ve Hindistan’ın, mahallenin koltuğu sallantıdan kurtulmayan muhtarı Sam Amca’nın yerine göz dikmesi, bununla birlikte 80’lerde Rocky serisi dahil tüm Amerikan filmlerinin kötü adamlarının memleketi Rusya’nın yeniden güçlenmeye başlaması, tüketim alışkanlıkları değişmeye başlayan uzakdoğu ülkeleri... Hepsi birlikte muhtar Sam amcanın korkulu rüyası olmaya ciddi anlamda başladılar bile. 

Pazarlama dünyasının gurusu olarak kabul edilen Hint asıllı Prof. Jagdish Sheth “Chindia Rising” yani “Çindistan Yükseliyor” kitabında bu konuyu detaylı olarak ele alıyor. Dr. Sheth dünyanın en büyük 2 pazarının takvimler daha 2020’yi göstermeden hiç süphesiz Hindistan ve Çin olacağını söylüyor. Bunun da tüm dünyanın tüketim alışkanlıklarını kökünden ve radikal olarak değiştireceğini ekliyor. Tüm dünya genelinde başarı göstermek isteyen markaların büyüme felsefelerini belirlerken Hint ve uzakdoğu kültürünü çok yakından incelemesinin artık zorunlu olduğunu ifade ediyor Dr.Sheth ve şu enteresan çıkarımı yapıyor. Bu kültürleri inceleyip araştırdıkça batılıların doğu kültürüne olan hayranlıkları da artıyor ve “Easternization” yani doğululaşma da bu noktada başlıyor. Gitgide doğu kültürüne ilgi artıyor, doğu markaları batı markalarıyla yarışır duruma geliyor hatta bir Hint filmi Oscar’ları silip süpürüyor! 

Gerçekten de dünya ekonomisi üzerinde etkili olan dominant toplumların yaşam tarzlarının zamanla diğer toplumlar tarafından da taklit edilmesi sosyo-ekonominin en önemli kurallarından birisi. Son yüzyıla damgasını vuran Amerika ve Amerikan yaşam tarzının özellikle son 30 yılda nasıl büyük bir hızla yayıldığı malum. Yerküre üzerinde istisnasız tüm coğrafyalarda dinlenilen müzikten, yenilen yemeklerden içilen içeceklere (sadece Coca-Cola demek yeterli olur herhalde), giyilen kıyafetlerden izlenilen filmlere kadar Amerikan Endüstrisi’nin etkisi neredeyse silinemeyecek kadar derinlere işledi. Bunun Amerikan yaşam tarzının diğerlerine üstünlüğünden ziyade tarih boyunca ekonomik olarak egemen olmuş tüm toplulukların yaşadığı ve dünyaya yaşattığı doğal bir süreç olduğunu belirtmek gerekiyor. Her ne kadar biz yetişememiş olsak da 600 sene süren imparatorluk döneminde ecdadlarımızın dünya üzerinde ne kadar özenilen ve taklit edilen bir imparatorluk olduğu tarihçiler tarafından anlatılmakta. Dolayısıyla bu kaçınılmaz bir süreç. Dün Osmanlı, bugün Amerika, yarın kimbilir kim? 

Dünya ekonomisinde yarınki liderin kim olacağını tahmin edebilmek için mevcut oyuncuların durumlarına bir göz atmakta fayda var. Ligin en üst sırasında Amerika var, hala ve herşeye rağmen! ABD, geçtiğimiz sezon talihsiz hoca seçiminin kurbanı oldu ve büyük puanlar kaybetti. Bush’un ne olduğu tam olarak kestirilemeyen ekonomi politikaları, oyuncuların yıldız olma hevesleri ve Lehman , Meryll gibi dünya starlarının şahsi oyunlarıyla birleşip yıldızlar takımının sonunu getirdi. Düşme çizgisine kadar gerileyen takım hoca değişikliğine gitti. Göreve geldiği günden bu yana gerek oyuncuların, gerek basının sevgisini kazanan yeni hoca Obama radikal değişikliklere gitti, takımın tek patronu olduğunu belirtse de gerek FED, gerekse IMF gibi yardımcı hocalarla da arasını iyi tutmayı bildi. İlk iş olarak takımın havasını ve moralini hızla düzelten Obama, bu işlerin % 90’ının moral ve motivasyon olduğunu bilen oturmuş bir görüntü çizmekte. 

Ligin 2. Sırasında AB ekonomisi var. Takımda tam bir çok başlılık hakim. Sarkozy bir ucundan, Berlusconi bir ucundan çekiştiriyor, Merkel sürekli muhalefet, teknik ekipte bütünlük yok. Teknik ekip bile tekbaşlı değilken takım gayet tabii ki tel tel dökülüyor. Bu çokbaşlı ve kararsız ekonomi yönetimi yüzünden adeta liderliği kendi elleriyle ikram eden ABD’ye ciddi bir alternatif olamıyor. ABD Ekonomisinin kaybettiği puanlarla birlikte Euro’nun alternatif olabileceği düşüncesiyle parası bir miktar değerlendi, Euro/Dolar paritesi bir süre yükselse de, bu hareket kısa sürdü. ABD’nin bu güçsüz durumunda bile dünyaya liderlik edemeyeceği anlaşılan AB’nin varlığı ve gerekliliği sorgulanır hale geldi. Gerçi üye ülkelerin bazıları AB’nin gereksizliğine vurgu yapıp çıkmayı isteseler de AB, ülkemiz gibi kenarda oturan ve hala oyuna girmek konusunda hevesli olan yedek oyuncuları varken bir süre daha gündemde kalmaya devam edecek gibi görünüyor. 

Bu koşullarda Batılı Ekonomilerin hovardaca kaybettiği puanların Doğu Ekonomilerinin hanesine artı olarak yazıldığını söylemek hiç yanlış olmaz. Yeniden toplanan ve hammadde piyasasının en büyük aktörü olmaya niyetli Rusya, yazılım alanındaki zekasını nihayet üretime de kaydırabilmeyi başaran Hindistan, nüfus avantajını disiplinli bir üretim modeline dönüştürebilen Çin, petrol kuyularının üzerinden tüm dünyayı kesen Arap Ülkeleri. Zirve adayları çok sayıda ve güçlü. 

Dünya ekonomisindeki oyuncuların ekonomi stratejileri aslında toplumsal yaşam tarzlarının, felsefelerinin de bir aynası gibi. Örneğin on yıllardır “Amerikan Kültürü” denildiğinde anladığımız ne varsa , büyük kuyruklu kocaman arabalar, devasa evler, koca porsiyonlar, iri insanlar... Aslında bunların tümü ABD’nin tüketen bir toplum olduğunun en güzel göstergeleriydi. Amerika durmadan yiyor, tüketiyor ve tüm dünyaya da tüketmeye öneriyordu. Dev şirketleriyle, Chevrolet Cadillac’larıyla, Big Mac’iyle Amerika’yı ve Amerikan Kültürü’nü anlatan ne varsa “büyük”tü! Tıpkı ABD’nin kendisi gibi. Amerika durmadan yiyor ve tüm dünyaya da “Hadi siz de benim gibi yeyin!” diyordu. Ta ki sistem tıkanıp üretmeden tüketmek popülaritesini kaybedene ve büyük bir tehlike olmaya başlayana kadar. Amerikan Kültürü ilk kez kaynakların sınırlı, mevcut sistemin şişirilmiş ve suni olduğunu farketti. Önce dev şirketler birer birer ya battı,el değiştirdi ya da en iyi ihtimalle küçüldü. Evler, arabalar ufaldı, Chevrolet tarihinin ilk dizel arabasını üretti, tüketim hızla azaldı hatta Amerika’nın dünyaya armağanı olan dev porsiyonlar bile küçülmeye başladı. Amerika daha az tüketmeye başlamıştı... 

Buna karşılık tüm felsefesi tevazu, gerektiği kadar harcamak, abartısız yaşamak üzerine kurulu olan Hindistan ve Çin gibi ülkeler tam tersine ilk defa, “Üreten bizsek tüketen neden biz olmayalım?” sorusunu kendilerine sordular ve tüketmeye başladılar. Harcama, giyinme, iş yapma hatta yemek yeme alışkanlıkları bile değişmeye başladı. Buna çok net bir örnek olarak yüzyıllar boyunca pirince talim etmiş Çin’de protein tüketiminin artmaya başlaması gösterilebilir. Bu radikal değişimin bir kaç on yıl içinde geleneksel Çinli vücut formunu ve görüntüsünü de değiştirtireceği söyleniyor. Demek oluyor ki, 2030 yılında uzun ve yapılı Çinliler ve zayıf, zinde Amerikalılar görürsek şaşırmayacağız. 

Doğuyla Batı arasındaki ekonomik ve siyasi güç dengelerinin değişmesi konusunda ilginç bir yorum da geçtiğimiz aylarda Türkiye’de de bir konferans vermiş olan George Friedman’dan geldi. Dünyanın ekonomik olarak bir dönüm noktasından geçtiğini belirten Friedman, yeni dünya düzeninde lider ülkesini ilan etti bile: Türkiye! George Friedman, Türkiye Ekonomisinin şimdiden dünyanın en büyük 17. Ekonomisi olduğunu, doğu ve batı kültürleri ve ekonomileri arasındaki geçiş olması nedeniyle her ikisine de yakınlık avantajının olduğunu belirterek “Bana soranlara 2030’a kadar mutlaka Türkçe öğrenmiş olun diyorum” diyebilecek kadar da kesin konuşuyor. Yalnız Friedman’ın bir eklemesi de var: “Anlamıyorum, Türkiye’nin dünyanın lideri olacağını söylediğimde bana sadece bir yerde gülüyorlar, Türkiye’de!” İnanmak başarmanın yarısıdır diye atasözü olan güzel ülkeme bakın siz! 

Üç büyüklerin saltanatı biter mi? Bir Anadolu takımı şampiyon olur mu? ABD, Avrupa gibi büyük ekonomilerin koltuğu sallanır mı? Türkiye dünyanın süper gücü olur mu? 

Bu soruların en azından bir kısmına birkaç hafta içerisinde cevap bulabileceğiz gibi görünüyor. Diğerlerinin cevabını almamıza ise korkarım bir çoğumuzun ömrü yetmeyecek.

(Esquire- Haziran 2009 'da yayınlanan yazımdan..)

0 yorum:

Yorum Gönder