16 Ocak 2012 Pazartesi

SEKSİST BİR EKONOMİ YAZISI!

[Kasım 2010 - Esquire Yazımdan ]

Dünya Kupası’ydı, Viva İspanya’ydı, ahtapot Paul’du derken bir ayı daha futbolla yatıp futbolla kalkarak geride bıraktık. Dünya Kupası’nın tüm dünya erkekleri için dört yılda bir gelen bir ayin olma gibi bir özelliği var. Ancak biraz da empati yapıp bütün bir ay boyunca hiç bir şekilde erkeklerin dikkatini çekmeyi başaramayan ve bitmek bilmeyen futbol sohbetleriyle ikinci plana itilen kadınları da düşünmenin zamanı geldi. Bunu da o kadar büyük bir ciddiyetle yapacağız ki, bu ay kadınların ekonomik hayattaki yerlerine, önemlerine, kısacası Kadınların Ekonomisine bakış atacağız. Ne onlarla, ne onlarsız diyerek ekonomik sistemlerde kadınların yerini objektif gözlerle tespit etmeye çalışacağız. Kadınların ekonomisini anlamaya çalışacağız, hem de dünyanın en ilginç endeksiyle...



Bizler bütün bir ay boyunca Dünya Kupası’na dalmaktan dış dünyaya kulaklarımızı tıkamış olsak da gerek kadın köşe yazarlarının, gerekse paylaşımın zirve noktası olan sosyal mecraların bize bas bas bağırdığı bir gerçek vardı bir ay boyunca: “Yeter, Dünya Kupası bitsin, biz sıkıldık!” Aynı anda birden fazla olaya konsantre olmayı sevmeyen, becerebilse de tercih etmeyen basit makinalar olan biz erkekler ise dünya kupasının sona ermesinin hemen ardından aslında en önemli konsantrasyon merkezlerimizden birisi olan kadınlara ve kadın hayatına yeniden konsantre olmayı başardık. İlgisizliğimiz esnasında Dünya Kupası’nın kahini, futbol ikonu, kalamar olmanın direğinden dönen sevgili Ahtapot Paul’u bile kıskanan sevgili bayanların bu çilesi sonunda sona erdi.

Kadınlar ekonomik sistemlerin tartışmasız en büyük aktörlerinden. Aslında kişisel olarak çalışma hayatında kadınları ayrıştırmanın, kadınları oranlamanın ve bunun istatistiğini tutmanın bile bir nevi ayrımcılık olduğunu düşünüyorum. Yeni gittiğim bir işyerinde, bu işyerinin yüzde şu kadarı erkek, şu yüzdesi kadın diye düşündüğümü hiç hatırlamıyorum, düşünen olduğunu da sanmıyorum. Hatta bu tip istatistiklerin kadınlar tarafından tutulduğuna dair iddiaya bile girebilirim! Ama neyse, kadınların çalışma hayatındaki koşullarının iyileştirmesine pozitif bir etkisi olacaksa tüm bu istatistikleri ciddiye almaya da hazırım. Yani aslında bu satırın yazarı da dahil olmak üzere tanıdığım birçok erkek, kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık yapmayı tercih ediyorlar. Güzel hanımlarla dolu bir ofiste mis kokular içinde çalışmayı hangimiz bir şantiyede çalışmaya tercih etmeyiz ki?

Türkiye genelinde sigorta kayıtları gözönüne alınırsa kadınlar tüm çalışanların ortalama %22’sini oluşturuyor. Yani aşağı yukarı 5 kişiden birisi kadın. Bu rakam bölgelere ve sektörlere göre ciddi değişiklikler gösteriyor. Örneğin bu oran doğuda daha az olmakla beraber, sektörlere bakıldığında ise tekstil ve hazır giyim sektöründe ülke ortalamasının yaklaşık 2 katı civarında seyrediyor. Pozisyonlara göre değerlendirildiğinde ise, kadınların daha üst seviyelerde, yönetici pozisyonlarında çalıştığı sektörlerin başında finans sektörü geliyor. Bunu sigorta ve tekstil takip ediyor. Tüm bu sektörlerde kadınların daha ağırlıklı ve başarılı olduğu pozisyonlar, daha objektif kuralları olan, daha az inisiyatif ve daha ağır prensiplerin uygulandığı pozisyonlar. Örneğin finans sektörüne bakıldığında daha yoğun iş stresi olan ve hızlı karar alınması gereken yatırım uzmanlığı, brokerlık, trader’lık gibi pozisyonlarda erkeklerin, insan kaynakları, operasyon ve benzeri yönetimsel pozisyonlarda ise kadınların ağırlığı göze çarpıyor. Yani durum aslında evdekinden pek de farklı değil, arkadaşlarla basket oynayıp çamurlu ayaklarla eve giren her zaman erkek, “İçeriyi çamur yapma!”, “Ayakkabılarını çıkar!”, “Doğru duşa!” diye bağıran her zaman kadın! Ne çocukken, ne özel hayatta, ne iş hayatında..aslında roller hep aynı!

The Economist’e göre kadın yöneticiler ABD, İngiltere ve Japonya gibi gelişmiş ülkelerde bile hala ayrımcılığa maruz kalıyor. Dahası kadın yöneticiler tüm bu ayrımcılık yetmezmiş gibi bir de aynı sevilerde çalıştıkları erkeklerden daha az para kazanıyorlar. Acaba bunda para harcadıkları alanların erkekler kadar eğlenceli olmamasının etkisi olabilir mi? diyeceğim ama kadınların para harcama oranıyla  kazanma oranı arasında herhangi bir korelasyon bulunmadığını bilecek kadar da kadınları tanıyorum! ABD’de kadın yöneticiler, aynı işi yapan erkek yöneticilerin aldığı ücretin ancak %72’sini alıyor. Daha üzüntü verici kısmı ise bu oranın 10 yıl önceki orana kıyasla neredeyse hiç değişmemiş olması.

Eğitim oranlarına bakıldığında ise durum daha da acınası. Yine Economist dergisinin araştırması gösteriyor ki, ABD’de master yapanların yarısından çoğu kadın. Ancak dönüp iş hayatına baktığımızda üst düzey yöneticilerin %95’inin erkeklerden oluştuğunu görüyoruz. Yani Amerika’da iş hayatı, umutsuz masterlı ev hanımlarıyla ve artık konusunu yeyip yutmuş, konusunda tüm eğitimlerini tamamlamış ama daha fazla yükselmeyi başaramayan orta düzey sıkıntılı kadın yöneticilerle dolu. Sanırım New York’ta sosisli sırasında olay çıkaran, indirimlerde diğer kadınlarla kavga eden ve taksi beklerken önünüze geçen hanımlar tam da bu grubu oluşturuyor!

Futbolun beşiği İngiltere, kadınların çalışma hayatındaki varlığı konusunda maalesef medeniyetin beşiği olabilmekten bir hayli uzak. İngiltere’de finans sektörünün hissedilir derecede üstünlüğü olmasına ve Londra’nın dünyanın finans başkenti olmasına rağmen bu ülkede genel müdür ve üst düzey yönetici seviyesindeki kadın sayısı son derece az. Sayı gerçekten 400 küsür erkeğe 17 kadın yönetici gibi gayet rahatlıkla elle de sayılabilecek düzeyde. Hatta İngilizlerin kadınlarına güvenleri öyle bir derecede ki, bir çok sektörde kadınların özel günleri takip ediliyor. Örneğin trader, broker, portföy yöneticisi olarak çalışan kadınların özel günlerinde kritik alım-satımlar yapmasına izin verilmiyormuş. Kadınların böyle günlerde aşırı hassas, duygusal ve irrasyonel davranabileceğini iddia eden görüşe göre bu günlerde yapılan hatalar ciddi sorunlar doğurduğu için bu günler takip ediliyor ve ciddi kararlar erteleniyormuş. Ata binebiliyor, plajda voleybol oynayabiliyor ama hisse alım satımı yapamıyorsun, olacak iş mi?

Anlaşılan, kadının çalışma hayatındaki varlığı tüm dünya için yeni ve alışılması gereken bir süreç. Japonya’da fazla mesaiye kalan kadın çalışanlara kötü gözle bakıldığı söyleniyor. Üst düzey kadın yönetici sayısı bir elin parmaklarıyla ifade edilebilecek büyüklükte bu ülkede. İlginç olan, tarihlerinde ve kültürlerinde kadına son derece büyük önem vermiş, hatta kraliçeler tarafından yönetilmiş ülkelerin bile profesyonel hayatta, özellikle de yönetici olarak kadınlara alışamamış olması.

Kadınların ekonomik hayattaki yeri deyince tüketimin önemli bir motorunun kadınlar olduğunu unutmamak gerekiyor. Üretim tarafında ve çalışma hayatında olmasalar da, tüketim tarafında da kadınlar en büyük aktör! ABD’de perakende tüketimin %88’i kadınlar tarafından yapılıyor. Kadınlar daha kolay para harcıyor, pazarlama stratejilerini kadınlara dayandıranlar tüm dünyada daha karlı çıkıyor. Öyle ki tüm dünyayı sallayan Sex And The City filmi gibi kadınları daha fazla ilgilendiren olaylar, dev pazarlama etkinliklerine dönüşüyor. Markalar bu filmin içinde yer alabilmek, bir ucundan da olsa görünebilmek için servetler harcıyor. Sonuçta gerçekten de markaların bu pazarlamanın meyvesini yedikleri aşikar. Ama yalnızca kadınlar tarafında. Zira hiç bir erkek, 50’lerine merdiven dayamış ama nedense hala genç kız taklidi yapan 4 hanımın ne ayakkabı giydiğiyle ve bu bölümde hangi tasarımcıya taptıklarıyla hiç ama hiç ilgilenmiyor!

Kadınların ekonomik hayata olduğu kadar ekonomi bilimine de azımsanamayacak katkısı var. Bahsettiğim kesinlikle kadın ekonomistler değil. Konunun ekonomist olan kadınlardan çok daha ilginç bir yönü var: Sadece kadınları ilgilendiren, kadınlarla ilgili olarak geliştirilmiş ekonomik terimler var. Bunlardan bence en ilginç olanı “Lipstick Index” yani “Ruj Endeksi”. NY Times dergisinin açıkladığı ve büyük bir kozmetik firmasının geliştirdiği bu endeks kozmetik tüketiminin, özellikle de ruj satışlarının istatistiki veri setini ve grafiğini sunuyor. Ruj tüketiminin hangi dönemlerde artıp azaldığını çok net olarak gösteren bu endeks ekonomiyle de ilgili olarak çok önemli veriler sunuyor. Ruj Endeksine göre tüketim seviyesi özellikle iki noktada çok ciddi patlamaları işaret ediyor: Birincisi 11 Eylül saldırılarının hemen sonrası, diğeri ise Lehman Brothers’ın batışı ile başlayan büyük resesyon dönemi. Hatta konu o kadar dikkat çekiyorki, bu dönemde ruj satışlarının korkunç bir yükseliş gösterdiğini farkeden New York Times, haberi “Ters birşeyler oluyor!” başlığıyla veriyor. Kriz dönemlerinde kadın tüketicilerin düşük fiyatlı ama marka hissini yaşatan ruj gibi ufak ama etkili (!) tüketim kalemlerine yöneldiği ortaya çıkıyor. Tabii ki rujun bir de moral seviyesine olan katkısı var ki, konu o noktada artık ekonomi biliminin sınırlarını bir hayli aşıyor! Sonuçta sadece kadınların tüketim davranışlarını inceleyerek çok bir ciddi ekonomik analiz yapılmış ve kadınlara ait pek de renkli bir de endeks icat edilmiş oluyor! Ruj Endeksi!

İster Ruj Endeksi gibi mantığa büründürülmüş olsun, isterse “Hayatım bu kadar ayakkabıya ne ihtiyaç var?” sorusuyla vücuda gelsin, kadınların hem ekonomik, hem sosyal hayatımızda azımsanamayacak bir etkisi ve ciddi bir yeri var! Büyük ekonomik analizleri bir kenara bırakın, iş hayatında hanımlar olmasaydı işyerine ne hallerde giderdik, gelin bir kaç dakikalığına sadece bunu düşünelim...Ama bunu da lütfen tamamen bizbize olduğumuz askerlik deneyimlerinizi, o yeşil ve mis kokulu günleri hatırlayarak değerlendirelim! Ve ekonomilerimizin, evlerimizin, işyerlerimizin çiçekleri olan kadınlar için bir kez daha şükredelim!

Öyleyse yaşasın Ruj Endeksi, yaşasın kadınlar!

0 yorum:

Yorum Gönder