20 Şubat 2013 Çarşamba




Bugün izlediğim bu video; seminerlerde, konferanslarda anlattığımız şeylerin bir özeti gibi.. 
Aralık ayında sanırım İstanbul Üniversitesi'ndeki bir konuşmadaydı.. Öğrenci arkadaşlardan biri:
"Meslek seçimini nasıl yapmamızı önerirsiniz?" gibi bir soru sorduğunda o anda aklıma geldiği şekliyle "Bana para ödemeseler de ben bu işi yapardım diyeceğiniz iş ideal iştir" demiş ve sevgili Erdil Yaşaroğlu 'ndan bahsetmiştim. Sevgili Erdil Yaşaroğlu 'nun rutin "Nasılsın?" sorusuna verdiği cevabı tüm konuştuklarımızın cevabı gibi: "Süperim, sevdiğim şeyi yapıyorum, üstüne de para veriyorlar!"

Bu video, o cevap, anlattıklarımız..

Doğru yoldayız umarım :) 

..ve tabii bir de, hayat gidiş yolundan puan veriyordur umarım! ;)




EĞER PARA OLMASAYDI?




Bugün izlediğim bu video; seminerlerde, konferanslarda anlattığımız şeylerin bir özeti gibi.. 
Aralık ayında sanırım İstanbul Üniversitesi'ndeki bir konuşmadaydı.. Öğrenci arkadaşlardan biri:
"Meslek seçimini nasıl yapmamızı önerirsiniz?" gibi bir soru sorduğunda o anda aklıma geldiği şekliyle "Bana para ödemeseler de ben bu işi yapardım diyeceğiniz iş ideal iştir" demiş ve sevgili Erdil Yaşaroğlu 'ndan bahsetmiştim. Sevgili Erdil Yaşaroğlu 'nun rutin "Nasılsın?" sorusuna verdiği cevabı tüm konuştuklarımızın cevabı gibi: "Süperim, sevdiğim şeyi yapıyorum, üstüne de para veriyorlar!"

Bu video, o cevap, anlattıklarımız..

Doğru yoldayız umarım :) 

..ve tabii bir de, hayat gidiş yolundan puan veriyordur umarım! ;)




13 Şubat 2013 Çarşamba


Ekonomistler; altın, petrol, değerli metaller derken, biraz geç de olsa, çok önemli bir emtianın farkına vardı: Gıda! Altınımız, petrolümüz olsun tabii olmasına ama ya bundan birkaç yıl sonra yiyecek ekmeğimiz kalmazsa? Ekonominin en temel ve her derde deva kuralı olan “arz-talep dengesi” gıda fiyatlarındaki hızlı ve dikkat çekici artışların sebebi olarak gösterildi. Peki, ya gerçek sebep bu değilse?

DÜNYA FİNANS PİYASALARINDA art arda yaşanan küresel krizler sonrası, neredeyse tüm tarafların hemfikir olduğu tek bir gerçek var: " Az, çoktur. " Son ekonomik krizlerin; bitmeyen para kazanma hırsı, dizginlenemeyen risk iştahı sonucu icat edilen yeni finansal oyuncaklar nedeniyle gerçekleştiği, artık tartışılmaz bir gerçek. Biz, "az olsun bizim olsun" düşüncesiyle bildiğimiz klasik ürünleri alıp satarken, ortaya bir anda çıkan finans mühendisleri ve türettikleri finansal araçlar, büyük ölçüde sonun başlangıcı oldu. Sonrası malum; ipin ucu iyice kaçtı, spekülatörlerin hırsı, finans mühendislerinin havalı enstrümanlarıyla birleşip, hesaplanamayan zararlar doğurdu. Şimdi lütfen, bu spekülatör denilen insan cinsini aklınızın bir köşesinde tutun; size, başka bir hikâye anlatacağım..


İLKOKUL SIRALARINA GERİ DÖNÜN… Ülkemizle ilgili ilk öğrendiğimiz klişeleri, hemen yan yana yazalım: "Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili bir cennet parçasıdır.", "Coğrafi konumu ve stratejik önemi nedeniyle ülkemiz." ve en keyiflilerinden bir diğeri "Türkiye kendi kendisine yeten bir tahıl ambarıdır." Bu tarifler hâlâ var mı müfredatta, bilmiyorum; ama geçen zaman, bu cümlelerden bir kısmını, sadece romantik bir anı olarak bıraktı ders kitaplarında. Yunanistan'ın tüm ülke yüzölçümünün iki katı büyüklükte tarım arazisine sahip olmamıza rağmen komşudan pamuk ithal ediyor olmamız, durumun vahametini ortaya koymaya yetiyor aslında. Ama bununla kalsa iyi; dün "Dünyanın kendi kendine yetebilen yedi ülkesinden biri olan" Türkiye, bugün; ABD'den pamuk, Rusya'dan buğday, Fransa'dan arpa, Mısır'dan pirinç, Ukrayna'dan mısır, Sri Lanka'dan çay, İtalya'dan bakla, Çin'den sarımsak, Panama'dan muz, Meksika'dan nohut ve Kanada'dan mercimek ithal ediyor. Dünyanın tahıl ambarı olarak kabul edilen bir ülke bile bu durumdaysa, geri kalan ülkeler ne durumdadır; tahmin etmek güç değil!
Talebi dünya nüfusu arttıkça durmadan artan, arzı ise çeşitli sebeplerle sürekli azalan tarım ürünleri ve bunlara bağlı gıda maddelerindeki kritik durum; son dönemde, tüm dünyanın dikkatini bu yöne yoğunlaştırıyor. Yüzdelerle ölçülen oranlarda artan gıda fiyatları, otomatikman, milyonlarca kişinin yoksulluk sınırı altına düşmesine neden oluyor. Rakamlar, istatistiksel yüzdeler ve bilimsel ifadeler olmaktan çıkıyor; sofraya koyulamayan ekmeklere dönüşmeye başlıyor. Dünya Bankası Avrupa ve Orta Asya Bölgesi Strateji Direktörü Theodore Ahlers, artan gıda fiyatlarının 5,3 milyon civarındaki kişinin daha yoksulluğa sürüklenmesine neden olabileceğini belirtiyor. Dünya Bankası yetkilileri, ayrıca, bir konuya daha dikkat çekiyor: Gıda fiyatları üzerindeki spekülatif hareketlerin kontrol edilmesi.
2008 KRİZİNDEN BU YANA, Türkiye ve diğer Avrupa ülkelerinde, gıda fiyatları ortalama %10 arttı. BM, 2020 yılına kadar, fiyatların en az %40 artmasını bekliyor. Rakamlar, makul; ama tuhaflık da burada başlıyor. 10 yıllık bir sure içinde %40 artış beklenen bir piyasada; örneğin kahve fiyatları, üç günde %20 artabiliyor. Bu rakamlar da, bu işte kesinlikle bir tuhaflık olduğunu gösteriyor. Tuhaflığın adı da, yazının başında bahsettiğimiz "spekülasyon!" Görünen o ki, aç gözlü finansçılara, onca finansal oyuncak yetmiyor; sıra, şimdi de yediğimiz ekmeğe gelmiş. Durumun vahametini daha da net görebilmek için, Guardian'a kulak verelim. Guardian'ın haberine göre; 2008 gıda krizi, 75 milyon kişiyi açlıkla yüz yüze bırakmış ve bu dönemde, gıdada spekülatif işlemlerin oranı %40 civarında olmuş. Aynı habere göre; şu anki oran, insanı ürpertecek bir şekilde, %80'lerde. Yani gıda maddelerinin fiyatları, çoktan normal seyirlerinin hayli dışına çıkmış ve birer finansal araç olmuş. Bu noktada, piyasası olan gıda emtialarının kontrol edilebilir hâle dönüşmesi, son derece korkutucu. Çünkü unutmamak gerek ki, her piyasanın, piyasa yapıcıları vardır. Yaşamsal öneme sahip gıda maddelerinin belli eller ve dünya güçleri tarafından yönetildiğini düşünmek, sinir bozucu değil mi? Yani elimizdeki ekmek, uzun süredir, artık sadece ekmek değil; aynı zamanda, ekonomik ve siyasi bir silah. Üstelik de kimin elinde olduğunu bilmediğimiz bir silah...

ActionAid adlı yardım kuruluşundan Marie Brill diyor ki: "Mısır'da fırınların önünde uzun kuyruklar nedeniyle siyasi bir ayaklanma başlaması, gerçekten çok ilginç. Çünkü 1960'lı yıllarda, Mısır, bölgedeki en büyük buğday üreticilerindendi.
Bu son cümle, bir yerlerden tanıdık geliyor mu?

EKMEK ARTIK YALNIZCA "EKMEK" DEĞİLSE?


Ekonomistler; altın, petrol, değerli metaller derken, biraz geç de olsa, çok önemli bir emtianın farkına vardı: Gıda! Altınımız, petrolümüz olsun tabii olmasına ama ya bundan birkaç yıl sonra yiyecek ekmeğimiz kalmazsa? Ekonominin en temel ve her derde deva kuralı olan “arz-talep dengesi” gıda fiyatlarındaki hızlı ve dikkat çekici artışların sebebi olarak gösterildi. Peki, ya gerçek sebep bu değilse?

DÜNYA FİNANS PİYASALARINDA art arda yaşanan küresel krizler sonrası, neredeyse tüm tarafların hemfikir olduğu tek bir gerçek var: " Az, çoktur. " Son ekonomik krizlerin; bitmeyen para kazanma hırsı, dizginlenemeyen risk iştahı sonucu icat edilen yeni finansal oyuncaklar nedeniyle gerçekleştiği, artık tartışılmaz bir gerçek. Biz, "az olsun bizim olsun" düşüncesiyle bildiğimiz klasik ürünleri alıp satarken, ortaya bir anda çıkan finans mühendisleri ve türettikleri finansal araçlar, büyük ölçüde sonun başlangıcı oldu. Sonrası malum; ipin ucu iyice kaçtı, spekülatörlerin hırsı, finans mühendislerinin havalı enstrümanlarıyla birleşip, hesaplanamayan zararlar doğurdu. Şimdi lütfen, bu spekülatör denilen insan cinsini aklınızın bir köşesinde tutun; size, başka bir hikâye anlatacağım..


İLKOKUL SIRALARINA GERİ DÖNÜN… Ülkemizle ilgili ilk öğrendiğimiz klişeleri, hemen yan yana yazalım: "Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili bir cennet parçasıdır.", "Coğrafi konumu ve stratejik önemi nedeniyle ülkemiz." ve en keyiflilerinden bir diğeri "Türkiye kendi kendisine yeten bir tahıl ambarıdır." Bu tarifler hâlâ var mı müfredatta, bilmiyorum; ama geçen zaman, bu cümlelerden bir kısmını, sadece romantik bir anı olarak bıraktı ders kitaplarında. Yunanistan'ın tüm ülke yüzölçümünün iki katı büyüklükte tarım arazisine sahip olmamıza rağmen komşudan pamuk ithal ediyor olmamız, durumun vahametini ortaya koymaya yetiyor aslında. Ama bununla kalsa iyi; dün "Dünyanın kendi kendine yetebilen yedi ülkesinden biri olan" Türkiye, bugün; ABD'den pamuk, Rusya'dan buğday, Fransa'dan arpa, Mısır'dan pirinç, Ukrayna'dan mısır, Sri Lanka'dan çay, İtalya'dan bakla, Çin'den sarımsak, Panama'dan muz, Meksika'dan nohut ve Kanada'dan mercimek ithal ediyor. Dünyanın tahıl ambarı olarak kabul edilen bir ülke bile bu durumdaysa, geri kalan ülkeler ne durumdadır; tahmin etmek güç değil!
Talebi dünya nüfusu arttıkça durmadan artan, arzı ise çeşitli sebeplerle sürekli azalan tarım ürünleri ve bunlara bağlı gıda maddelerindeki kritik durum; son dönemde, tüm dünyanın dikkatini bu yöne yoğunlaştırıyor. Yüzdelerle ölçülen oranlarda artan gıda fiyatları, otomatikman, milyonlarca kişinin yoksulluk sınırı altına düşmesine neden oluyor. Rakamlar, istatistiksel yüzdeler ve bilimsel ifadeler olmaktan çıkıyor; sofraya koyulamayan ekmeklere dönüşmeye başlıyor. Dünya Bankası Avrupa ve Orta Asya Bölgesi Strateji Direktörü Theodore Ahlers, artan gıda fiyatlarının 5,3 milyon civarındaki kişinin daha yoksulluğa sürüklenmesine neden olabileceğini belirtiyor. Dünya Bankası yetkilileri, ayrıca, bir konuya daha dikkat çekiyor: Gıda fiyatları üzerindeki spekülatif hareketlerin kontrol edilmesi.
2008 KRİZİNDEN BU YANA, Türkiye ve diğer Avrupa ülkelerinde, gıda fiyatları ortalama %10 arttı. BM, 2020 yılına kadar, fiyatların en az %40 artmasını bekliyor. Rakamlar, makul; ama tuhaflık da burada başlıyor. 10 yıllık bir sure içinde %40 artış beklenen bir piyasada; örneğin kahve fiyatları, üç günde %20 artabiliyor. Bu rakamlar da, bu işte kesinlikle bir tuhaflık olduğunu gösteriyor. Tuhaflığın adı da, yazının başında bahsettiğimiz "spekülasyon!" Görünen o ki, aç gözlü finansçılara, onca finansal oyuncak yetmiyor; sıra, şimdi de yediğimiz ekmeğe gelmiş. Durumun vahametini daha da net görebilmek için, Guardian'a kulak verelim. Guardian'ın haberine göre; 2008 gıda krizi, 75 milyon kişiyi açlıkla yüz yüze bırakmış ve bu dönemde, gıdada spekülatif işlemlerin oranı %40 civarında olmuş. Aynı habere göre; şu anki oran, insanı ürpertecek bir şekilde, %80'lerde. Yani gıda maddelerinin fiyatları, çoktan normal seyirlerinin hayli dışına çıkmış ve birer finansal araç olmuş. Bu noktada, piyasası olan gıda emtialarının kontrol edilebilir hâle dönüşmesi, son derece korkutucu. Çünkü unutmamak gerek ki, her piyasanın, piyasa yapıcıları vardır. Yaşamsal öneme sahip gıda maddelerinin belli eller ve dünya güçleri tarafından yönetildiğini düşünmek, sinir bozucu değil mi? Yani elimizdeki ekmek, uzun süredir, artık sadece ekmek değil; aynı zamanda, ekonomik ve siyasi bir silah. Üstelik de kimin elinde olduğunu bilmediğimiz bir silah...

ActionAid adlı yardım kuruluşundan Marie Brill diyor ki: "Mısır'da fırınların önünde uzun kuyruklar nedeniyle siyasi bir ayaklanma başlaması, gerçekten çok ilginç. Çünkü 1960'lı yıllarda, Mısır, bölgedeki en büyük buğday üreticilerindendi.
Bu son cümle, bir yerlerden tanıdık geliyor mu?