20 Ocak 2012 Cuma

YEŞEREREK YEŞİLLENMEK - YEŞİL EKONOMİYE FARKLI BİR BAKIŞ..

[Mart 2010 - Esquire Yazımdan..]

Düzenli okuyucular, bu sayfanın yazarının daha birkaç sayı önce aynı satırlardan “Paranın rengi olmaz!” diye bas bas bağırdığını iyi hatırlayacaklar. Peki madem paranın dil, dini olmadığı gibi rengi de olmadığını kabul ediyoruz, öyleyse bu “Yeşil Ekonomi” de nesi? Yeşil, tüm dünyanın baskın para birimi Amerikan Dolarının rengi olmasının yanında ekonomi için başka hangi değerleri ifade ediyor? Çevreci ekonomiler, çevreye değer verilerek geliştirilen kalkınma modelleri ve stratejiler gerçekten de “yeşil”ler mi? Yoksa sadece portföyleri daha fazla yeşille doldurmak için mi yeşil görünmekteler? Yeşilden yeşile fark olduğunu, her yeşilin doğanın, çayırın çimenin yeşili olduğunu düşünmenin saflıktan başka birşey olmadığını görmek ve belki de her yeşile aynı gözle bakmamak gerekiyor artık... 


Ülkemiz dışında dünyanın aşağı yukarı her yerinde yeşil ekonomi, çevreci, çevreye duyarlı ekonomiyi temsil eder. Yalnızca güzel ülkemizde aynı zamanda dini sermaye anlamına da gelir. Bu minik saptamayla başladıktan sonra bu yazının tamamen birincisi ile, yani çevreci ekonomilerin ne kadar çevreci olduğu konusu ile ilgili olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Günümüz ekonomik sistemlerinde çevre, ekonomik kaynakları temsil ettiği için ekonomiyi çevresiz, çevreyi ekonomisiz düşünmek imkansızdır. “Yeşil ekonomi”, “Küresel Yeşil Yeniden Yapılanma” gibi havalı ve entel söylemlerin tümünün temelinde aynı şey yatmaktadır: Sürdürülebilir Kalkınma Endişesi. Yani aslında çevreci söylemlerin bir çoğunun son derece sistem karşıtı görünmelerine rağmen uzun vadede Yağmur Ormanlarını değil, dolaylı olarak süregelen kapitalist sistemi devam ettirmeye hizmet ettiğini söylemek pek de yanlış olmaz. Dünya ekonomisi yüzyıllar boyunca sahaya çıkıp oyununu oynadı, takımlardan bazen birisi kazandı, bazen diğeri. Ama şimdi çok daha ciddi bir durum söz konusu; o yemyeşil çim saha kuruyor! O yüzden dünya ülkeleri ne yapıp edip elbirliğiyle bu sahayı yeşil tutması gerektiğinin farkına vardı. Ne de olsa saha bozulursa maç bitecek!

İtiraf edeyim, ağlayarak balinaları okşayan ya da köprülere çevreci örgütlerin bayraklarını asan çevre bilinci yüksek, idealist, yandan cepli bol pantolon ve sarı bot giyen, bıyıklı hanımlardan ve sakallı beylerden oluşan çevreci görüntüsünü fazlasıyla sempatik bulmakla beraber maalesef içtenliğine inanmayı bir türlü başaramayanlardanım. Tıpkı dünya modasında bir sene morun, ertesi sene kahverenginin moda olmasının dünya kumaş devlerinin depolarında kalan artık kumaş toplarının miktarıyla belirlendiğini bilmediğimiz gibi, dönem dönem vejeteryanlığın ya da çevreciliğin bir anda moda olmasının ardındaki daha büyük oyunları da bilmemiz beklenemez. İsterseniz bana sıkıcı derecede gerçekçi deyin ama dünya devi şirketlerin CEO’larının jetlerinden okyanusu keserken “Daha çok yeşil Corç, daha çok yeşil!” dediklerini hayal etmekte biraz zorlanıyorum. Ya da diyorlarsa bile kastettikleri yeşille ilgili olarak en son düşüneceğim çevre ve doğanın yeşili olur, üzgünüm.

Mesela petrolle ilgili olarak herşey yolunda giderken, dünya petrol kaynaklarında hiçbir azalma olmazken, dünya ülkeleri petrol, pardon dünya barışını yaymak, sebebiyle savaşmazken bir gün bir CEO çıkıp da “Yeter artık petrol arkadaşlar, rüzgar ve güneş enerjisi gibi başka kaynaklara da yönelelim” dese ve dünya ülkeleri başta büyük ekonomik oyuncuları olan dev küresel şirketleriyle bu yola yönelseydi bu gerçekten çok saygı uyandırıcı olmaz mıydı? Ama zaten tükenen bir kaynağa alternatif bulmak için yarışmak, doğaya da faydalı olmak gibi dolaylı bir sonucu olsa da aynı amansız yarışın başka bir kulvara kaymasından daha başka bir şey değildir. Bakın ne diyor Deutsche Welle haberi: “Düşük karbonlu, kaynakların etkin kullanımına dayalı sürdürülebilir ekonomiyi oluşturacak Küresel Yeşil Yeniden Yapılanma (Global Green New Deal) de küresel mali krizden etkilenen alanlardan biri. Ancak mali krize rağmen yenilenebilir enerji yatırımları her geçen gün artıyor. BM Çevre Programı (UNEP) tarafından hazırlanan rapor, özellikle güneş ve rüzgâr enerjisi kullanımında Çin gibi gelişmekte olan ülkelerin, diğer dünya ülkelerini geride bıraktığını gösteriyor.” Konu çevre gibi görünse de satır aralarında aynı acımasız rekabetin, aynı tatsız yarışın kokusunu alıyor musunuz? Yoksa hala ben kuruntu mu yapıyorum?
 
Şişme botlarıyla denizleri kirleten dev tankerleri taciz eden çevreci dostlarımız üzülecekler belki ama çevreci ekonomiyi ya da çevreci ekonomik politikaları doğru anlamak için temel felsefelerine baktığımızda temeldeki düşüncenin son derece naif “Balinalar ölmesin, yağmur ormanları tükenmesin” düşüncesinden ziyade daha pragmatist “Sınırlı bir sistemde sınırsız büyüme imkansızdır” cümlesine dayanmış olduğunu görüyoruz. Çevreci düşünceyi büyük ekonomik sisteme son derece muhalif görünmesine rağmen oyunun çok da dışında görememe sebeplerimden bir başkası da örneğin Birleşmiş Milletler tarafından teşvik edilen “Salınım Ticareti”. Buna göre, ABD Çevre Koruma Bürosu'nun 1995'te, asit yağmurlarının ana nedeni olarak bilinen sülfürdioksit salınımları için uygulamaya başladığı "salınım ticareti" uygulaması, her ülkeye belli bir karbondioksit salınım kotası tanıyor. Buraya kadar tablo son derece yeşil. Ama BM, karbondioksit üretimini azaltan bir takım projelerin uygulanması sonucu ortaya çıkan kota fazlasını satma imkanını da veriyor. Rüzgar enerjisi, bio enerji gibi "yeşil" çözümler karbondioksit üretimini azaltmak için en sık başvurulan yöntemler. Böylelikle örneğin, Almanya, Çin'den "artık" kotasını satın aldıktan sonra, Çin'in kirletmediği havayı Çin’in yerine kirletme hakkına sahip oluyor. Yani durum tam olarak, sigara içilmesi yasak alanlara girip “Parası neyse verelim kardeşim, sigaramıza karışmayın!” diyen günümüz nikotin magandalarının daha küresel ölçekteki hali! Yılda 30 Milyar doların üstünde işlem hacmi yapılan bir küresel magandalık borsası kurulmuş, dünyanın geleceği alınıp satılıyor... 

Çevrenin korunmasını teşvik etmek, çevreci politikaları duyurmak ve bilinç oluşturabilmek için yapılan türlü yeşillikteki dev organizasyonların aslında çevreye ne büyük zarar verdikleri, ardında ne büyük çöp yığınları bıraktıkları, ya da çevreci politikaların önde gelen temsilcisi Al Gore’un 20 odalı, 8 banyolu evinde ortalama bir Amerikalı ailenin bir yılda harcadığının üstünde elektriği bir ayda harcaması gibi bazı “Uygunsuz Gerçek”ler de işin magazini şüphesiz. Ama çevrecilik adı altında yapılan tüm eylemlerin büyük resimde ne ifade ettiğini görmek, gerçek çevrecilikle, gerçekten yeşili sevmekle “Çevre Emperyalizmi”nin bir parçası olma arasındaki incecik çizgiyi farkedebilmek gerekiyor. Otomotiv sektörünün bir anda hibrid modellere yönelmesi, dev enerji oyuncularının koşarak doğayla kucaklaşmaları, rüzgara ve güneş enerjisine yönelmeleri acaba yerküreye verdikleri önemin mi yoksa küresel krizlerin bir sonucu mudur? Yani bu tamamen kasti bir seçim midir, yoksa artık yeşil diğer yeşilin içinde mi saklı? 

Dev ekonomiler kurtuluşu burada gördükleri için direksiyonlarını son sürat yeşile çeviredursunlar, saflık göstermeyip bu süslü sözlere, bu cilalı yeni ekonomiye kanmayanlar da var. Norveç, otomotiv sanayiinin ürettiği taşıtları 'yeşil', 'temiz' veya 'çevre dostu' gibi sıfatlarla pazarlamasını yasaklayan yeni ve çok katı bir reklam yönetmeliğini uygulamaya başlıyor. Dünyadaki en sert tanıtım yönetmeliklerinden biri olacak olan bu uygulama, bu tür çevreci sıfatlar kullanan otomobil üreticilerine para cezaları verilmesini öngörüyor. Aslında mantık son derece basit ve bir o kadar da doğru. Norveçliler, otomobillerin çevreye kesinlikle hiçbir olumlu katkıda bulunamayacağını, dolayısıyla, otomobilleri 'temiz' ya da 'çevre dostu' diye tanımlamanın yanıltıcı olduğunu düşünüyor ve resmi düzenlemelerini de bu düşünceye parelel bir şekilde geliştiriyorlar. Ne kadar doğru, mahallenin kabadayı abileri hergün ağız burun dağıtmacasına düzenli olarak bizi pataklıyorlar, biz ise en az pataklayana “Eliniz ne kadar hafifmiş, size baba diyebilir miyim?” diyoruz. Çevreye diğerlerine kıyasla daha az zarar vermesi bir arabayı çevreyle “dost” yapmaya neden yetsin ki? 

Çevre mesajlarının verildiği organizasyonların dev çöp dağları haline gelmeleri, işin önderlerinin kendi hayatlarındaki pervasızlıkları, dünyayı daha çok kirletebilme hakkının alınıp satılabilen bir mal olması, dünya devlerinin ister firma, ister ülke bazında olsun yerkürenin değil, kendi faydalarının bu yönde olmasından ya da tamamen imajlarına katkı için yeşil ekonomiye sarılmaları yeşil ekonomiye olan inancımı kaybetmemin başlıca nedenleri. Ülkelerin, dünya devi firmaların gerçekten çevre bilincinden dolayı mı yoksa bu neo-ekonominin, bu yeni yarışın dışında kalmamak için mi bir anda ve birbirleriyle yarışırcasına yeşerdiklerini kestirmek son derece zor. Ama kesin olan birşey varsa o da bu yeni düzende ne kadar yeşerirlerse, ceplerinin de o kadar yeşilleneceği. 

0 yorum:

Yorum Gönder