1 Ocak 2012 Pazar

NEDEN BATARIZ?

[Esquire Dergisi'nde Mayıs 2009'da yayınlanan yazımdan...]

Güneşli, nefis bir bahar sabahı... yataktan keyifle ve dinç bir şekilde uyandınız. İş yerinize vardığınızda müthiş keyiflisiniz. Gazeteleri açıyorsunuz herşey güllük gülistanlık! Neşenizi bozacak hiçbirşey olmuyor veya olsa da, o kadar keyiflisiniz ki gülüp geçiyorsunuz. Aynanın önünden geçerken kendinizi uzun zamandır olmadığı kadar beğeniyorsunuz, biraz göbek var, saçlar da tepeden gitmeye başlamış ama olsun, karizma yerli yerinde. Bugün önünüze kimse çıkamaz! Moral tepede, kendine güven zirve yapmış, hayat harika. İşte böyle bir günde sakın ama sakın yatırım yapmayın!


Global ekonomide bilinen kurallar hızla değişirken ekonomi dünyası şu ana kadar pek de gözönünde bulundurmadığı bir değişkenin önemini yeni yeni anlamaya başladı: İnsan Psikolojisi! Binlerce hatta milyonlarca değişkenin bulunduğu finans piyasalarında rasyonel yöntemlerle yapılan yatırımların ve atılan adımların her zaman olumlu sonuçlanmadığını farketti finans piyasaları. Bir değişken, sadece bir faktör bilinen tüm gerçeklerin, şu ana kadar kabul edilmiş tüm kuramların işlememesini sağlıyordu: İnsan Beyni.
Sıkıcı ders kitaplarında Arz-Talep dengesinde talep konusu anlatılırken “Satınalma gücüyle desteklenmiş alım isteği” der. Yani talebin bir istek sonucu oluştuğu kabul edilir. İstediğimiz birşeyi talep etmek ve bunun sonucu olarak da hemen tüketmek için sabırsız bir istek duyarız, peki bir dilim pastayı yerken neden en sevdiğimiz kısmını sona bırakırız? İşte psikoloji ve ekonomi bu gibi noktalarda kesişiyor ve işbirliği yapıyor.

Son yıllarda yıldızı parlayan bir kabul olan Davranışsal Ekonomi, ekonomik düzen içerisindeki alınan kararların her zaman rasyonel veri ve bilgilerle alınmadığını, psikolojik faktörlerin de verilen kararlar üzerinde göz ardı edilemez etkisi olduğunu savunuyor. Örneğin güneşli bir havada borsada işlem yapanların alım yönünde işlem yapma ihtimalinin diğer günlere kıyasla %50 daha yüksek olduğu ortaya çıktı. Yani Orhan Veli’nin “Beni bu güzel havalar mahfetti!” şiiri, finans piyasası için artık çok daha anlamlı hale geliyor. 

2002 yılında Nobel Ekonomi ödülünü Prof. Daniel Kahneman kazandı. Ancak profesörün önemli bir özelliği vardı, kendisi Ekonomist değildi. Ekonomi Nobelinin ekonomist olmayan bir bilim adamına verilmesi tartışılsa da bilim dallarının ne kadar içiçe geçtiğini göstermesi açısından önemliydi. Piyasanın temel kabulu olan insanın “homo economicus” olduğuydu. Homo Economicus, kendi ekonomik faydası için en akılcı kararları alacak böylece önce kendi refah düzeyini, buna bağlı olarak da tüm toplumun refah düzeyini yükseltecek, kalıcı kalkınma ve refahı sağlayacaktı. Bu temel varsayım, insanı “ekonomik homo” olarak ifade etmiş olması yetmiyormuş gibi bir de robot yerine koyan bir düşünceydi. Ancak zaman gösterdi ki, insan ekonomik hayatta sadece çıkar ve maddi fayda güdüsüyle hareket etmiyor, duygusal dünya ve insan psikolojisi de ekonomik kararları, hem de çok yüksek ölçülerde etkiliyor. 

Finans piyasalarında, özellikle de borsada alım-satım yapanlar arasında yapılmış incelemelere dayandırılan araştırmalar psikolojik unsurlar içerisinde “aşırı güven” duygusunun yatırımlarda büyük hataların yapılmasında en önemli faktör olduğunu ortaya koyuyor. Hızlı ve ölçülebilir sonuçlar alınabilmesi açısından öncelikle borsa yatırımcıları üzerinden değerlendirilse de tüm yatırım kararlarında ve iş yaşamında “aşırı güven” olgusunun hata yaptırıcı etkisi gözler önüne seriliyor. Daha önceki başarılı ve kar ettiren işlemlerinden dolayı yatırımcılar bir sonraki hamlelerinde daha gözü kara, daha yüksek riskler alabilen ancak çoğunlukla daha fazla hata içeren kararlar alıyorlar. 

Davranışsal ekonominin risk alabilme konusunda cinsiyet ayrımını içeren bir yönü de var. Terrance Odean ve Brad Barber adlı bilim adamları 35,000 denek üzerinde yaptıkları çalışmada yatırımcıları kadın ve erkek olarak ayırmış ve performans karşılaştırması yapmış. Araştırmanın sonucuna göre erkek yatırımcılar kadınlardan %45 daha fazla işlem yapıyorlar. Ancak performans karşılaştırmasına bakıldığında hiç işlem yapmasalar elde edecekleri getiriden yıllık %2,65 oranında daha az kazanıyorlar. Yani “Macho Economicus” olmanın pek de bir faydası yok! Kadın yatırımcılar ise daha az işlem yaptıkları için zararlarını daha küçük oranlarda tutabiliyorlar, %1,72. “Less is More” yani “Az daha çoktur” felsefesi piyasalarda kesinlikle işe yarayan bir strateji. Yatırımcılar daha sık işlem yapmaya başladıklarında hem işlem maliyetleri arttığından, hem de çoğunlukla yatırım stratejilerine sadık kalamadıkları için getirileri mutlak şekilde düşüyor. İlginç olan erkek yatırımcıların işlem yapma oranının her zaman ve her piyasada kadınlardan daha fazla olması. Yani alışverişe bayılan hanımlar gerçek yaşamlarında bu stratejiyi asla uygulamasalar da, borsalarda daha az alış-satış işlemi yaparak daha karlı çıkabiliyorlar. 

Risk algısı, girişimcilik için gereken cesaret, para kullanımı ve değerlendirmesi ile ilgili kararların tümü kişinin geçmişinde, psikolojik kodlarında bulunuyor. Piyasa koşulları, veri akışı, teknik ve temel analizler ve hatta hava durumu gibi etkenler de kararları etkileyen dışsal faktörlerin bazıları. İnsan beyni tüm bu veri bombardımanını aynı anda değerlendirerek uygun sonuçları çıkarmaya çalışıyor. Bu karar sürecinde duygu ve mantığın mücadelesi yaşanıyor. Davranışsal Ekonomi işte bizlerin bu şekilde algılayıp özetlediği süreçleri laboratuar ortamında inceliyor. Beynin kar ederken ne şekilde çalıştığını, hangi loblarının aktif olduğunu ve kararları ne şekilde etkilediği, zarar ederken beynin hangi loblarının devreye girdiğini ve kar-zarar sonucunda ne gibi tepkiler verdiği gibi konular şu anda davranışsal ekonomi uzmanları tarafından incelenip cevapları bulunmak üzere olan konular. 

1992 yılında İngiltere’de büyüklüğü ve gücü vurgulanmak için “Kraliçe’nin Bankası” da denilen 200 senelik köklü Barings bankasının senelik karının %10’u tek bir trader tarafından yapıldı. Bu trader, sihirbaz çocuk da denilen 26 yaşındaki Nick Leeson’dı. Bu başarısı üzerine hızla yükselen Leeson, Uzakdoğu Piyasalarından sorumlu oldu. Kendisine aşırı güvenen harika çocuk, beklenmeyen Kobe depremine çok yüklü bir ters pozisyonda yakalandı ve inanılmaz büyüklükte zarar etti. Sihirbaz Çocuk lakabından asla vazgeçemeyecek olan Leeson’ın kendine aşırı güveni ve egosu, kaldıraçlı finans ürünleriyle de birleşince zarar sadece birkaç gün içinde kartopu etkisiyle katlanarak büyüdü. Zararı hala kara çevirebileceğini düşünen minik sihirbaz derhal kendine daha sonraları finans literatürüne de girecek olan 88888 isimli bir hata hesabı açarak tüm zararı hasır altı etti. Ta ki zarar milyar dolarlık olup bankanın da boyunu aşıncaya kadar... Zarar ortaya çıktı, İngiltere Kraliçesinin bile parasının bulunduğu ülkenin en köklü bankası battı. Barings, 1995 yılında genç bir trader’ın ego ve hırsı sonucu Hollandalı ING Bank’a 1 sterlin karşılığında satıldı.

Daha sonra filmi de çekilen bu olay aslında “Neden ve Nasıl Batarız?” sorularının örnekli bir açıklaması gibi. Leeson, dizginleyemediği hırsının ve kendisini aşan egosunun kurbanı oluyor. Davranışsal Ekonominin de açıklamaya çalıştığı yönüyle aşırı güven duygusu ön plana çıkıyor. En temel piyasa öğretilerinden olan “Zararın neresinden dönülürse kardır” bilgisi, duygusal dünyayla ve karmaşık hislerle çarpışıyor ve yeniliyor. Ego devreye giriyor, kişiyi zararın telafi edilebilir olduğuna ikna ediyor. Geçmiş başarı hikayeleri yeni başarısızlığın zeminini hazırlıyor. Sonucu 200 yıllık kurumsal bir bankanın bir tek kişi nedeniyle batışı, genç ve ümit vaadeden bir borsacının hapishanede biten kariyeri oluyor. Gerçi hikayenin bu trajik yönlerinin yanında, egosu bu kadar yüksek olan esas oğlan Nick Leeson’ı tatmin ettiğini düşündüğüm yönleri de yok değil. Örneğin Time dergisine kapak olmak, hayat hikayesinin film yapılması ve başrolü Evan McGregor’un oynaması, yazdığı kitapların yok satması ve imza günlerindeki müthiş ilgi Leeson’ı bir hayli tatmin ediyor olsa gerek. Ayrıca kendisi halen bilimin hizmetinde. Davranışsal Ekonomi uzmanları bu olayın her aşamasını incelerken, Nick Leeson “Stresin insan bedeni üzerindeki etkileri” konulu bir araştırma içinde de yer alıyor. 

Her ne kadar tüm yanlış kararlarımızdan ekonomik krizleri, tüm zararlarımızdan piyasaları sorumlu tutmayı sevsek de davranışsal ekonominin “Yatırımcının en büyük düşmanı kendisidir” tezi aslında herşeyi açıklar nitelikte. Bizler ne kadar okursak okuyalım, teknik analizi yalayıp yutmuş olsak da, temel analizi çok iyi bilsek de, tüm piyasa verilerini anlık ve doğru takip edip yatırım kararlarımızı en doğru şekliyle vermeye çalışsak da, karar aşamasına gelindiğinde beynimizin içindeki o müthiş mücadeleden kimin galip çıkacağı tüm yatırım kararlarımızın belirleyicisi oluyor. Sezgileri de göz ardı etmeden mantıklı bir stratejiye sadık kalarak yatırım yapabilmek en doğrusu gibi görünüyor. Sonuçta güneşli bir günde ofise gitmemek biraz abartılı bir yatırım önerisi olsa da mesela en azından hisse senedi yatırımı için “Borsa Oynamak” demesek doğru bir yatırım stratejisi için iyi bir başlangıç olmaz mı ne dersiniz?

0 yorum:

Yorum Gönder