20 Ocak 2012 Cuma

PARALAR PEŞİN, DAMALI MEŞİN!

[Haziran 2010 - Esquire Yazımdan..]
Derginin bu ayki teması spor ve futbol olunca ekonomi yazısının da futbol temalı olması kaçınılmaz oldu. Gelin bu ay hepbirlikte spor ekonomisini, özellikle de pastanın en büyük parçası olan futbol endüstrisini, bu ekonomik düzenin önemli aktörlerini ve paylarını bir gözden geçirelim. Bunu yaparken ülkemizde hem ekonomi hem spor yazarlığı yapan azımsanmayacak kitlenin klişe saptamalarından, benzetmelerinden ve tanımlamalarından mümkün olduğunca uzak durmaya çalışalım...

Değişmez geyik konularımızdan en önemli iki tanesidir futbol ve ekonomi. Genellikle politika, arabalar ve kadınlar ikisini takip eder. Hepimizin A’dan Z’ye çok iyi bildiği, mutlaka söylecek sözümüzün olduğu, bilgi sahibi olmadan rahatlıkla fikir sahibi olabilinen, geyik anlarının şahane iki kurtarıcısıdır futbol ve ekonomi. Hatta iddia ediyorum, desteksiz sallamalar ve mesnetsiz uzmanlıklar cenneti olan bu iki konu içerisinde ekonomi ile ilgili olarak sallamak, futbolla ilgili sallamaktan çok daha da kolaydır. Ne de olsa futbolla ilgili esip gürlerken birisi çıkıp da mesela “Yahu cimbomluyum diye geçiniyorsun, ilk 11’i sayamazsın!” diyebilir ve bu fren cümle sizi bir anda futbol profesörlüğünden tıfıl stajyer düzeyine indirgeyebilir! Oysa ekonomide böyle bir risk de yok. İstediğiniz kadar sallayın kimse tutup da “Yahu 11 tane liberal ekonomist say da bi dinleyelim!” demez. Bunu size rahatlıkla garanti edebilirim. 

Futbol ve ekonomi konusunu hep eleştirdiğimiz kahvehane seviyesinden bir adım öteye taşıyıp bir anlamda birleştirecek olan bir konuyu inceleyeceğiz bu ay: Futbolun Ekonomik Değeri. Her ne kadar şu ana kadarki bir çok ekonomi yazımızda futbolla ilgili örnekler kullanmış, neredeyse her yazımızda futboldan bir hayli bahsetmiş olsak da bu sefer bahsedeceğimiz konu doğrudan doğruya futbolun kendisi! 

Futbolun ekonomik değeri deyince, yalnızca birebir futbolla ilgili olan ekonomik faaliyetleri kastedersek bile yaklaşık olarak 25 milyar dolarlık dev bir endüstriden bahsediyoruz. Ama ekonomik büyüklük sadece bu rakamla sınırlı değil. Dış faydalar ve birebir ilişkide bulunduğu yan sektörlerle birlikte futbolun doğurduğu ekonomik büyüklük 200 milyarın üstünde değerlendiriliyor. Durum pek de “Altı üstü 22 adam bir topun peşinde” durumu değil yani. 

22 adamın dama desenli meşin bir topun peşinde 90 dakika koşturması uzun süre önce basit bir spor dalı olmaktan çıktı. Peki ne oldu da futbol gerçek anlamda bir sektör, binlerce insana iş sağlayan dev bir endüstri halini aldı? Bu sorunun altından televizyonun yaygınlaşması ve medyanın virüs etkisi çıkıyor. Televizyondan önce futbol kendi halinde bir spor, futbolcular da hala ayakları yere basan normal insanlarken, televizyondan sonra bir futbol maçı sokakları doldurup boşaltabilen sosyal bir olay, futbolcular ise vücutlarındaki dövmelerinin koordinatları tüm dünya tarfından bilinen ikonlar haline gelmiş. Bu popülerlik sonucunda futbolcuları stil ikonlarına dönüşmesi, onları moda ve tüketim öncüleri haline getirmiş ve bu düzen böyle devam edip gitmiş. X futbolcu yakasını kaldırıyor diye o sene tüm t-shirtlerin yakası kalkmış, şu parfümü kullanıyor diye sokaklar o parfümle kokmuş. Alanın da verenin de razı olduğu, güçlü önderleri olan nefis bir tüketim mekanizması oluşmuş yani.

Futbolun Beşiği tabii ki Avrupa. Her ne kadar diğer kıtaların da dönem dönem öne çıkan takımları ya da starları oluyorsa da bu işin sistematik önderliğini kuşkusuz Avrupa yapıyor. Dünya futbol endüstrisinin yüzde 60’ını, yani 17 milyar dolarlık bir kısmını kıta Avrupası tek başına yapıyor, üstelik 5 büyük ligiyle. Bu dev liglerle geri kalan diğer tüm ligler arasında büyüklük açısından gerçekten ciddi bir uçurum sözkonusu. Dünyanın hem popülarite, hem değer anlamında en büyük 5 ligi olan İngiliz Premier Lig, İspanyol La Liga, İtalyan Serie A , Alman Bundesliga ve Fransız Ligue 1, tüm futbol endüstrisinin % 60’ını oluştururken, geriye kalan 43 lig ise tüm endüstrinin %40’ını aralarında paylaşıyor. Yani dünya futbol arenasında bizdeki 3 büyükler durumundan çok daha acımasız bir abi-kardeş durumu sözkonusu. Beş dev ligin sadece transfere ayırdığı bütçe aşağı yukarı 1 Milyar pound civarında. Yazması ya da konuşması çok rahat olmakla beraber, orta ölçekli bir devleti savaşa sokabilecek parasal büyüklüklerden bahsettiğimize dikkatinizi çekerim.

Futbol Ekonomisinden bahsedip de Amerikan Futbolu ve Super Bowl’dan bahsetmeden olur mu? Tahmin edeceğiniz gibi Futbol Ligi de herşeyi abartılı ve büyük porsiyonlarla yaşamayı seven Amerikan toplumunu yansıtan şekilde büyük bir ihtişamla yaşanıyor. ABD’de her sene yılın spor olayı olarak nitelendirilen ve bu sene 106 milyon 500 bin kişinin canlı izlediği NFL Futbol Ligi finali “Super Bowl”, reklam verenler için bir güç gösterisi, reklamcılar için bir geçit töreni olmaya devam ediyor. Krizden etkilenmiş olan mütevazı rakamlar, final maçı gecesi yayıncı kuruluşun 261 milyon dolarlık bir reklam aldığını gösteriyor. NBC Kanalı, final için 30 saniyelik toplam 69 reklam spotunu, 2.5-3 milyon $ arası değişen fiyatlarla satışa sunduğunda, yüzde 80`i anında satılmış! Onlar hala ayakla futbol oynamayı öğrenmeye çalışırken, biz de onlardan para kazanmayı öğreniyoruz yani!

Televizyonla futbol birbirini besleyen iki popüler sektör ve -ekonomi klişeleriyle ifade etmek gerekirse- iki bacasız ekonomi iken, futbolun varlığıyla şenlenen yokluğuyla hüzünlenen tek sektör de televizyon değil elbette. Turizm, tekstil, iletişim, yazılım, otomotiv hatta bankacılık ve finans, spor ekonomisinden nemalanan güzide sektörlerimizden bazıları. Spor izleyiciliği ve takım taraftarlığı gibi kavramlar toplu müşteri grupları anlamına da geldiği için doğal olarak tüm sektörlerin ağzını sulandırıyor. Aslan adam bu terliği giyer, timsah adam bu telefonla konuşur ya da kanarya dediğin bu arabaya biner demek cidden de çok kolay bir pazarlama yolu. Yoksa kanımızın ne renk aktığı pek de kimsenin umrunda değil aslında!

Peki bu dünyada futbol endüstrisi böyle büyük ve ihtişamlı pasta şeklindeyken bize düşen dilim ne büyüklükte dersiniz. Dilimimiz pastanın güzel bir yerinden, ama pek de büyük değil henüz maalesef. Son yayın hakları ihalesinden önce yapılmış olan hesaplarda Türkiye Futbol Ligi’ne biçilen ekonomik değer 700 milyon dolaar civarındaydı. Ama Ocak ayında gerçekleştirilen ve kimilerince son derece astronomik bulunan ihale sonucu süper lig yayın haklarımız dört seneliğine 321 milyon dolara alıcı buldu. Demek oluyor ki pasta büyüyor, daha büyük paraların dönmesiyle ligin kalitesi daha da artacak. Bu arada şampiyon olan klüplerin geliri de bir hayli artacak. Hele bir de aylardan Temmuz ise bambaşka artacak, zira bu sezonun şampiyonu Bursaspor şampiyonluğu nedeniyle son hesaplamalara göre 51 milyon TL civarında bir gelirle taçlanacak. Öte yandan takımın toplam bütçesi 9 milyon avro! Gelirin orantılı büyüklüğünü zenginin parası-züğürdün çenesi metodolojisini kullanarak buyrun siz hesaplayın! 

Ülkemizden bahsetmişken tabii bir de halka açık olan, hisseleri borsada işlem gören spor klüpleri durumu var. Üç artı bir büyüklerin tümünün IMKB’mizde anlı şanlı hisse senetleri boy göstermekte. Kimi yatırımcılar gerçekten yatırım değerine inandıkları, kimileri klüplerine faydalı olsun diye, kimi ise çerçeveletip duvarına asmak için aldı klüp hisselerini. Ama ortak bir gerçek var ki, sağlıklı bir temettü sistemini ancak filmlerde görebildiğimiz güzel ülkemizin güzel borsasında spor klüplerinin hisseleri kimseleri pek de memnun edemedi şu ana kadar. Mutlaka arada dönemsel hareketlerden güzel paralar kazanan şanslı yatırımcılar olmuştur ama genel trend şu ana kadar maalesef “Çarşı tavana karşı!” formasyonunda gelişti.

Biz bu sayfalardan ahkam kesip duralım, gerçek mesleği futbol ve ekonomistlik olan bir takım sayın abilerimiz de yok değil. Berberlerde son derece havalı olduğunu tahmin ettiğimiz bu abilerimizden Futbol Ekonomisti Tuğrul Akşar'ın Futbol Ekonomisi kitabında gerçekten çok entersan tespitler bulunmakta. Akşar’ın hesaplamalarına göre futbol, kendisi için bir birim gelir yaratırken, diğer sektörler için dokuz birim para yaratıyor. Örneğin,

• 2002 yılındaki Dünya Kupası'na Türkiye'den Kore ve Japonya'ya 2 bin 500 kişi gitmiş,
• Türkiye'nin bu kupada yarı finale çıkması, bayrak ve forma satışlarını patlatmış. Tekstil sektörü bir ayda ek 50 milyon dolar gelir elde etmiş. Maç arası reklam yayınlarından medya şirketlerinin elde ettiği gelir, saniye başına 14 kat artmış.
• Türkiye'nin katılamadığı 2006 Dünya Kupası sırasında ise LCD, plazma TV ve uydu anten satışı 190 milyon dolar arttı.
• Bu gerçekten ilginç, Almanya'da yapılan 2006 Dünya Kupası’nın Türkiye turizmini sekteye uğratmasının üzerine Türk turizm şirketleri, Alman kadınlarına yönelik "Kocanı bırak da gel" kampanyaları düzenlemişler. Pek iddialı bir slogan, umarım yanlış anlaşılmamışızdır! 

Gördüğünüz gibi bu büyük ekonomik sistemin karşısında durmaya hiç birşeyin gücü yetmezken, bu inanılmaz büyüklükteki sektör de, bir çoğumuz gibi, sadece tek birşeyden korkuyor: Kadınlardan! Kadınlar da bu pazara girdiği anda futbol endüstrisi tartışmasız dünyanın en büyük pazarı, en önemli sanayisi haline gelir. Başka bir deyişle; Kadınlar ofsaytı öğrendiği gün, futbol endüstrisi dünyayı yönetecek büyüklüğe gelir. Ama neyse ki bu çok yakın bir gelecek gibi görünmüyor değil mi?
Iki fanatik konusuyor: 
- Maça gitmiyor musun? 
- Ne diye gideyim?.. Futbol berbat... Hakemler kötü... 22 adam bi topun peşinde... Saatlerce gisede itiş kakış bekle... Çikista ayrı bir işkence... 
- Haklısın. Beni de senin gibi karim birakmiyor...

"Türkiye’nin ilk şirketleşen futbol klübü 3 büyüklerden birisi değil, bir Anadolu takımı olan Malatyaspor’dur."

0 yorum:

Yorum Gönder