13 Şubat 2013 Çarşamba

EKMEK ARTIK YALNIZCA "EKMEK" DEĞİLSE?


Ekonomistler; altın, petrol, değerli metaller derken, biraz geç de olsa, çok önemli bir emtianın farkına vardı: Gıda! Altınımız, petrolümüz olsun tabii olmasına ama ya bundan birkaç yıl sonra yiyecek ekmeğimiz kalmazsa? Ekonominin en temel ve her derde deva kuralı olan “arz-talep dengesi” gıda fiyatlarındaki hızlı ve dikkat çekici artışların sebebi olarak gösterildi. Peki, ya gerçek sebep bu değilse?

DÜNYA FİNANS PİYASALARINDA art arda yaşanan küresel krizler sonrası, neredeyse tüm tarafların hemfikir olduğu tek bir gerçek var: " Az, çoktur. " Son ekonomik krizlerin; bitmeyen para kazanma hırsı, dizginlenemeyen risk iştahı sonucu icat edilen yeni finansal oyuncaklar nedeniyle gerçekleştiği, artık tartışılmaz bir gerçek. Biz, "az olsun bizim olsun" düşüncesiyle bildiğimiz klasik ürünleri alıp satarken, ortaya bir anda çıkan finans mühendisleri ve türettikleri finansal araçlar, büyük ölçüde sonun başlangıcı oldu. Sonrası malum; ipin ucu iyice kaçtı, spekülatörlerin hırsı, finans mühendislerinin havalı enstrümanlarıyla birleşip, hesaplanamayan zararlar doğurdu. Şimdi lütfen, bu spekülatör denilen insan cinsini aklınızın bir köşesinde tutun; size, başka bir hikâye anlatacağım..


İLKOKUL SIRALARINA GERİ DÖNÜN… Ülkemizle ilgili ilk öğrendiğimiz klişeleri, hemen yan yana yazalım: "Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili bir cennet parçasıdır.", "Coğrafi konumu ve stratejik önemi nedeniyle ülkemiz." ve en keyiflilerinden bir diğeri "Türkiye kendi kendisine yeten bir tahıl ambarıdır." Bu tarifler hâlâ var mı müfredatta, bilmiyorum; ama geçen zaman, bu cümlelerden bir kısmını, sadece romantik bir anı olarak bıraktı ders kitaplarında. Yunanistan'ın tüm ülke yüzölçümünün iki katı büyüklükte tarım arazisine sahip olmamıza rağmen komşudan pamuk ithal ediyor olmamız, durumun vahametini ortaya koymaya yetiyor aslında. Ama bununla kalsa iyi; dün "Dünyanın kendi kendine yetebilen yedi ülkesinden biri olan" Türkiye, bugün; ABD'den pamuk, Rusya'dan buğday, Fransa'dan arpa, Mısır'dan pirinç, Ukrayna'dan mısır, Sri Lanka'dan çay, İtalya'dan bakla, Çin'den sarımsak, Panama'dan muz, Meksika'dan nohut ve Kanada'dan mercimek ithal ediyor. Dünyanın tahıl ambarı olarak kabul edilen bir ülke bile bu durumdaysa, geri kalan ülkeler ne durumdadır; tahmin etmek güç değil!
Talebi dünya nüfusu arttıkça durmadan artan, arzı ise çeşitli sebeplerle sürekli azalan tarım ürünleri ve bunlara bağlı gıda maddelerindeki kritik durum; son dönemde, tüm dünyanın dikkatini bu yöne yoğunlaştırıyor. Yüzdelerle ölçülen oranlarda artan gıda fiyatları, otomatikman, milyonlarca kişinin yoksulluk sınırı altına düşmesine neden oluyor. Rakamlar, istatistiksel yüzdeler ve bilimsel ifadeler olmaktan çıkıyor; sofraya koyulamayan ekmeklere dönüşmeye başlıyor. Dünya Bankası Avrupa ve Orta Asya Bölgesi Strateji Direktörü Theodore Ahlers, artan gıda fiyatlarının 5,3 milyon civarındaki kişinin daha yoksulluğa sürüklenmesine neden olabileceğini belirtiyor. Dünya Bankası yetkilileri, ayrıca, bir konuya daha dikkat çekiyor: Gıda fiyatları üzerindeki spekülatif hareketlerin kontrol edilmesi.
2008 KRİZİNDEN BU YANA, Türkiye ve diğer Avrupa ülkelerinde, gıda fiyatları ortalama %10 arttı. BM, 2020 yılına kadar, fiyatların en az %40 artmasını bekliyor. Rakamlar, makul; ama tuhaflık da burada başlıyor. 10 yıllık bir sure içinde %40 artış beklenen bir piyasada; örneğin kahve fiyatları, üç günde %20 artabiliyor. Bu rakamlar da, bu işte kesinlikle bir tuhaflık olduğunu gösteriyor. Tuhaflığın adı da, yazının başında bahsettiğimiz "spekülasyon!" Görünen o ki, aç gözlü finansçılara, onca finansal oyuncak yetmiyor; sıra, şimdi de yediğimiz ekmeğe gelmiş. Durumun vahametini daha da net görebilmek için, Guardian'a kulak verelim. Guardian'ın haberine göre; 2008 gıda krizi, 75 milyon kişiyi açlıkla yüz yüze bırakmış ve bu dönemde, gıdada spekülatif işlemlerin oranı %40 civarında olmuş. Aynı habere göre; şu anki oran, insanı ürpertecek bir şekilde, %80'lerde. Yani gıda maddelerinin fiyatları, çoktan normal seyirlerinin hayli dışına çıkmış ve birer finansal araç olmuş. Bu noktada, piyasası olan gıda emtialarının kontrol edilebilir hâle dönüşmesi, son derece korkutucu. Çünkü unutmamak gerek ki, her piyasanın, piyasa yapıcıları vardır. Yaşamsal öneme sahip gıda maddelerinin belli eller ve dünya güçleri tarafından yönetildiğini düşünmek, sinir bozucu değil mi? Yani elimizdeki ekmek, uzun süredir, artık sadece ekmek değil; aynı zamanda, ekonomik ve siyasi bir silah. Üstelik de kimin elinde olduğunu bilmediğimiz bir silah...

ActionAid adlı yardım kuruluşundan Marie Brill diyor ki: "Mısır'da fırınların önünde uzun kuyruklar nedeniyle siyasi bir ayaklanma başlaması, gerçekten çok ilginç. Çünkü 1960'lı yıllarda, Mısır, bölgedeki en büyük buğday üreticilerindendi.
Bu son cümle, bir yerlerden tanıdık geliyor mu?

6 yorum:

  1. Fransız ihtilalinden sonra yine Fransa'da peşpeşe çıkan bölgesel nitelikli ayaklanmaların tamamına yakını ekmek fiyatlarına yapılan zam yüzünden çıkmıştır... Yine güzeller güzeli Maria Antoniette'in hangi söz yüzünden kelleyi kaybettiği (aslında bu sözün ona ait olmadığı söylenir ancak bu ayrı bir konu) de malum... :)

    YanıtlaSil
  2. Genelde dünyanın,özelde Türkiye'nin en önemli sorusu:Aç mı kalacağız?
    Ne yazık ki ülkemizde hiç akla gelmeyen bir soru(n)...
    Bitkisel üretim,hayvansal üretim,orman,kırsal sanayii,gıda ve buna bağlı olarak da çevre...
    O kadar konuşulması gereken şey var ki,bu çemberin içerisinde.
    Öncelikle,"kendi kendine yeten yedi ülkeden biri" söyleminin,bir masal olduğundan başlayalım. Hiç yemek yemezseniz,gıda da tüketmezsiniz; kendi kendinize de yetersiniz.
    Dünyada geçerli tek ölçek vardır:"Birimden verim".Tek kriter budur.
    Bizi,son on yılda yönetenlerin,sağlıktan ulaştırmaya,dış politikadan ekonomiye kadar başarılı olduklarını düşünsek bile,yukarıda saydığım 6 konuda başarısız olduğu kesin.Bu 6 şeyin toplamına tarım diyoruz.
    Tarımın sorunlarını çözmeden,Türkiye'nin sorunlarını çözmek mümkün değildir.Bunu herkes böylece bilmeli.
    Bu anlayışla tarımın hiçbir şekilde çözülmeyeceğine de inanmalıyız.
    Tarımın bir ekonomi olduğuna inanarak başlamalıyız.
    Bu ülkenin yüzöçümü 78 milyon hektar.Bunun 26 milyon hektarı tarıma uygun.Biz bu alanda dünyanın en verimsiz tarımını yapıyoruz.En basit örnek,Avrupa,buğdaydan 700 kg/dekar ürün alıyorken,biz,199 kg. alıyoruz.Yeter mi?
    4. sınıf-7çsınıf arasında 20 milyon hektar alanı sürekli bitki örtüsü altında tutmazsak,ülke toprağı yokolacak.
    Bu 20 milyon Ha.alanda meyve ormanı oluştursak,onu da işleyerek satsak,ülke kurtulur.
    Bunları yapacak siyasal irade yok....
    Avrupa ve Amerika,Afrika'ya iniyor.Neden? Toprak için.
    Biz ne yapıyoruz:Tarımı unutmuşuz.
    Öylesine berbat bir durum ki...
    İzleyicileriniz,belki de sadece bunu tartışmalı...Günlerce,aylarca...
    Aslında,İstanbul'un fethindeki gibi,"surda bir delik" açtınız.
    Bundan sonrası kamuoyuna emanet.
    Göreceğiz.
    Saygılarımla.

    YanıtlaSil
  3. tarimi kim tartismali?
    Gazeteciler mi,ziraat odalari mi,tarim akademisyenleri mi,burokratlar mi,bakanliklar mi,tbmm mi?
    Kim?

    YanıtlaSil
  4. önce ekmekler bozuldu!!!!!!

    YanıtlaSil
  5. tarim seferberligi mi yapmali sizce?

    YanıtlaSil
  6. Merhabalar,
    Kıymetli yorumlarınız için teşekkürler. Hepsi konuya ciddi önemde katkılar. Tarımı kim tartışmalı sorusuna cevabım; herkes, hepimiz. Yazının son cümlesi -Allah korusun- gerçek olursa yanacak olan hepimiziz çünkü.
    Tarım seferberliği kesinlikle şart bence. Çünkü finans piyasasından gelen biri olarak şunu söyleyebilirim; maalesef ülkemizde dünya çapında ekonomistler, bankacılar, finanscılar var, dünyanın en önemli organizasyonlarının başında oturan Türk yöneticilerimiz mevcut, ancak "Tarım Toplumu" olan Türkiye'nin tarım teknikleri dünyanın en geri teknikleri. Girişimcilikse, innovasyonsa buradan başlanmalı bence. Hem ata mesleğimiz, hem bakir bir alan.. Ama yok ki yapan! :)
    Teşekkürler.

    YanıtlaSil