(Ağustos 2011 - Esquire yazımdan..)
Amerikan ekonomisi
kendi yarattığı fırtınadan büyük hasarlarla da olsa çıkmayı başardı.
Sular durulmaya ve küresel ekonominin taşları yeniden yerlerine oturmaya
başladı diyorduk ki bu sefer de kriz Avrupa’dan, hem de göstere göstere geliyor.
Zaten çatırdayan birlik içerisinde zor duruma düşen üyeler, yardım için
“kendilerinden daha eşit” üyelerin onayını bekliyorlar. Aman
birarada olalım, aman birlikten kuvvet doğar diyen Avrupa’nın bu sefer hem
ekonomisi, hem birliği, hem para birimi çok ciddi şekilde sorgulanıyor.
Euro Bölgesi’nde
krizin artık bangır bangır duyulan ayak sesleri öncelikle Yunanistan
ekonomisi’nin sallanmaya başlamasıyla gelmişti. Akdeniz ikliminin ve
karakteristiğinin gereği olan esnek çalışma saatleri, fazlaca hoşgörülü sosyal
sigorta sistemi, çalışmamaya özendiren işsizlik ve emeklilik maaşları küresel
krizle, bir de üstüne yine Akdeniz tipi diyebileceğimiz “mutluluk çubuğu” gibi
yolsuzluklarla birleşince zaten sağlam temelleri olmayan Yunanistan ekonomisi kağıttan
bir kule gibi sallanmaya başladı. Komşumuz Yorgo’lardaki krizi hatırlarsınız,
sebepleriyle, sonuçlarıyla incelemiş, bu sayfalarda masaya yatırmıştık.
Aslında
Yunanistan krizinin patlak vermesinden çok daha önce, ABD merkezli küresel
krizde Avrupa Bölgesi pek iyi bir sınav verememişti. ABD ekonomisi zaten hızla
su alıyordu ve gözler Avrupa’nın vereceği tepkideydi. Ancak herkes kendi
derdine o kadar düşmüştü ki Birlik, bu konularla ilgili olarak biraraya bile
gelemedi. Düşünün apartmanda yangın çıkıyor, herkes zaten kendi canının ve
kendi dairesinin derdine düşmüş. Böyle bir ortamda biri çıkıp “Durumu enine
boyuna değerlendirmek için Apartman Yönetimi toplantısı yapalım!” dese hali
nice olurdu. Nitekim kimse bunu söylemedi, herkes kendi dairesini kurtarmaya
çalıştı. İşte kendi hesaplarını toparlayıp birlik ne alemde diye dönüp
baktıklarında iş işten geçmiş, küçük ve yardıma daha çok ihtiyacı olan
ekonomiler durumu çoktan yüzlerine gözlerine bulaştırmışlardı bile.
Veba yayıldı,
zaten son krizlerin tümünde ekonomik krizlerin ne kadar korkunç bir yayılma
hızı olduğunu hep birlikte gördük. Yayılan kriz, İtalya, İspanya ve Portekiz’i
de farklı şiddetlerde sallamaya başladı. Sonuçta ilk gelecek olan dalgada
kimlerin kıyıya vuracağı daha net bir şekilde görülmeye başlandı. "İyiyi düşün
ki iyi olsun" diyeceğiz, ama iyiyi düşünmeye de pek imkan vermiyor maalesef
ekonomistler. Çoğunluk Euro Bölgesi borç krizinin bu kez kolay kolay altından
kalkılamayacak bir durum olduğunda hemfikir. Yapılan her yeni araştırma, çıkan
her yeni rapor moralleri daha da çok bozuyor.
Örneğin Avrupa
Bankacılık Otoritesi (EBA) ’nin Avrupalı bankalara için yaptığı stres testi.
Test, makro ekonomik iki senaryoda neler olabileceği, Avrupalı bankaların
çeşitli durumlara ne tepki vereceğini ölçmeyi hedefliyor. Stres testinin
sonuçlarının aslında pek kimsenin duymayı istemeyeceği şekilde çıkacağı aşağı
yukarı tahmin ediliyordu. O kadar ki, Uluslararası Finans Enstitüsü, sonuçların
yayımlamasının piyasalarda kaygıyı şiddetlendirebileceğini, yayınlanmaması
gerektiğini söylüyordu. Stres testine 25 banka ile İspanya, 13 banka ile
Almanya, 6 banka ile de Yunanistan katıldı. Test sonuçlarına göre 90 bankadan, 8’i testte başarısız olurken, 16 banka sınırı
zor geçti. Başarısız olan 8 bankadan 5’i İspanya,
2’si Yunanistan ve
biri Avusturya bankası
oldu. Ancak test halen eleştirilmeye
devam ediyor. Eleştirenler haksız da sayılmaz aslında, zira 2010 yılında
yapılan ve aynı özellikleri taşıyan stres testinde İrlanda bankaları, testten
geçer not almış, ama daha üzerinden birkaç
ay geçmeden Avrupa Birliği ve Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından
kurtarılmak durumunda kalmıştı.
Avrupanın belalılarından
biri de artık kredi derecelendirme kuruluşları. Uluslararası kredi
derecelendirme kuruluşlarının ardarda Avrupa ülkelerinin kredi notlarını, hem
de birkaç kademe düşürünce Avrupa bu işten pek hoşlanmadı ve bir anda bu
kuruluşların varlıklarını sorgulamaya başladı. Yıllar yılı ülkemize ve diğer
gelişmekte olan ülkelere yatırım yaparken -ya da yapmazken- başucu eseri olan
kredi derecelendirme kuruluşları bir anda ve hızlıca tu kaka mertebesine
düştüler. Bu kuruluşların derecelendirme yaparken alfabenin harflerini tüketip
artık “değersiz”, “çöp” gibi nitelendirmeler kullanmaları Avrupa’nın pek hoşuna
gitmemiş olacak haliyle. Avrupa
Komisyonu başkanı Manuel Barosso bu konuda sert tepki gösterenlerin başında
geliyor. Yunanistan ve Portekiz ekonomi yetkilileri ise bu kuruluşları “kerameti
kendinden menkul” diye değerlendiriyor. Neticede güvenilir olsun olmasın,
ortada çok net bir kaç gerçek var. Birincisi Avrupa ekonomisinin baş aşağı
gidişini görmek için kredi derecelendirme kurumu olmaya gerek olmadığı,
ikincisi ise yıllarca bu kuruluşların raporlarını bahane ederek Türkiye
ekonomisini eleştirenlerin şimdi aynı kıstaslarla beğenilmediklerindeki
saldırgan tavırları. Ne demişler, alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste.
Wall Street
Journal yazarı Irwin Stelzer, adı geçen Avrupa ülkeleriyle ilgili olarak
yaşananların ismi ne kadar yumuşatılırsa yumuşatılsın bir iflas olduğunu
söylüyor. Avrupalıların bu kelimeyi duymaya tahammülünün olmadığını ancak
gerçekçi olmak gerektiğini belirten Wall Street Journal yazarı, sırf Euro projenizi korumak için bu ülkelere
gereğinden fazla destek vermeyin, yani bir anlamda, dikkat edin, elinizi verip
kolunuzu kaptırmayın diyor.
İsmine ister
yeniden yapılanma deyin, isterseniz ısınma ortada bir gerçek var ki o da Avrupa
ekonomisinin daha uzunca bir süre eski gücüne kavuşamayacak olması. Meşhur Euro
projesi yerle bir olabilir, bazı az gelişmekte olan bazı ülkelerin(!) nedense hala girmeye
çalıştığı AB tümüyle yok olabilir. Ama ekonomide özellikle de yükselmekte olan
doğu kültürlerinin öğrettiği bir gerçek var. Yeni düzende tembele ekmek yok! Bu
da yaşlı Avrupa’nın çalışma kültürü de dahil olmak üzere köklü değişikliklere
gitmesi gerektiğini, artık en zengin de dahil olmak üzere siesta yapmaya
kimsenin ama kimsenin tahammülü olmadığını gösteriyor.
0 yorum:
Yorum Gönder