Geçtiğimiz ay tüm dünya bir efsanenin buralardan gidişini konuştu,
İngiltere’nin “Demir Leydi”si Margaret Thatcher ‘ın. Bir yandan Avam Kamarasına
heykeli dikilecek kadar önemsenen, diğer yandan da öldü diye tüm ülkede sabahlara
kadar partiler düzenlenen bir ilginç karakterdi Thatcher. Dünyanın en önemli
ekonomistleri ve siyasetcileri halen yaptıklarını ciddiyetle tartışadursun, o
kendisiyle dalga geçmek için takılan “Demir Leydi” lakabını gururla sahiplenmiş
ilginç bir kişiydi. Bence karakteriyle ilgili en büyük ipucu, kendi bronz
heykelinin açılışında heykeli gördüğü andaki yaptığı yorumda gizli: “Keşke gerçekten
demir olsaydı!”
İngiltere’nin küçük bir şehrinde,
bir bakkalın kızı olarak dünyaya geldi Maggie. Aslında bu 'bakkalın kızı dünyayı
yönetti' hikayesi işin İngiliz’lerin anlatmayı pek sevdiği şekli. Gerçekte durum
bundan biraz daha farklı çünkü. Evet, İngiltere’nin minik bir şehrinde bir
bakkalın çalışkan ve azimli kızı olarak doğuyor Thatcher ama hikayenin gidişatı
esas milyoner iş adamı Denis Thatcher ‘la evlendikten sonra değişiyor. Zira
enişte, leydinin tüm okul masraflarını karşılayıp çok iyi bir eğitim almasını
sağladığı gibi, sonrasında da gelecekteki siyasi kariyerini oluşturabilmesi
için kendisini İngiltere’nin zengin ve siyaseten itibarlı çevrelerine sokuyor.
Yani Thatcher’ın çizdiği tüm o duygusuz tablo içinde “Liderlik tek başına
yapılan bir iştir, ama biz hep iki kişi yaptık” demesi boşuna değil. Denis
Thatcher, leydinin en büyük destekçisi, bu derece geride kalmayı asla dert
etmeyecek kadar da kendinden emin bir figür.
Thatcher’ın inandığı ekonomik
anlayış liberalizm, yani devletin bu işlerden mümkün olduğunca elini eteğini
çekmesi, ortalığı özel sektöre ve mümkünse halka bırakması. Yaşı yetenler
hatırlayacaktır, aynı dönemde yani 80’ler ve 90’ların başında tüm dünyada esen
rüzgar da zaten buydu. Amerika’da Thatcher’ın çok iyi bir müteffiki, hatta
emeklilik döneminde sıkı bir dostu olan Ronald Reagan’ın “Reaganomics” olarak
anılan ekonomik liberalizm hamleleri, İngiltere’de halen “Thatcherizm” olarak
anılan hareketler, bizim topraklarda da Turgut Özal’ın savunduğu serbest piyasa
ekonomisi rüzgarları eş zamanlı olarak tüm dünyada esiyordu.
İngiltere’yi, devaldığı dönemdeki
Avrupa’nın büyümeyen tek ekonomisi olma özelliğinden hızla kurtardı demir
leydi. Ama ne pahasına? Hızla yaptığı özelleştirmeler, özellikle o dönem sosyal
hayatta önemli yer tutan kömür işçilerinin kökünü kazıdı. Sadece kömür işçileri
değil, o döneme kadar oraların patronu olan sendikaların da kolunu kanadını
kırdı. Devletin ellerini ekonomiden mümkün olduğunca çekmeye çalışırken, kar
etmeyen işletme ve sektörlere de tahammülü yoktu leydinin. Nispeten karsız tüm
sektörlere makası vururken, işin sosyal yönünü pek de umursamıyordu aslında. Tarihin
en büyük ve en kanlı işçi eylemleri bu dönemde yapıldı. İşsizlik yüzde onların
üstüne çıktı. Üstüe önce işsizlik maaşı almayı zorlaştırdı, sonra da sadece
işsizlik yardımı alanların işsiz sayılmasını sağlayarak işsizlik rakamlarını
düşük tuttu. Bu “düzenlemeler” sayesinde o dönemdeki işsizlik oranları gerçek
rakamların yarısının bile altında kaldığı söylenir. Yine o dönemleri
yaşayanların Türkiye’den de hatırlayabileceği gibi enflasyon , dönemin
dertlerinden en büyüğüydü ve demir leydinin bir başka önemli saplantısıydı.
Kafasına koyduğu yolda önüne gelen her şeyi yıkmayı düstur edinen Maggie,
enflasyonla mücadelede faizleri kullandı. Yükselen faizler önceki özelleştirme
dalgasına atlayan ve konut alanları adeta kılıçtan geçirdi. Bedeli kredilerini
ödeyemeyeler, evinden atılanlar ve sokakta kalanlardı. Ama olsun, enflasyon
kontrol altındaydı.
İngiltere’yi ve özellikle
Londra’yı dünyanın önemli finans merkezi yapmak istiyordu leydi. Bunun için
özellikle finans kurumlarına ciddi avantajlar getirdi. Başarıldı mı, evet . Ama
çoğu iktisatçılar tüm dünyayı sallayan 2008 finans krizinin temellerinin bu
kontrolsüz ve fazlaca serbestleştirilmiş finans piyasasından kaynalandığını
söylüyor bugün ve hiç de haksız değiller.
Yani İngiltereli bakkalın fakir
ama çalışkan kızı demir yumruğunu hiç silinmeyecek bir şekilde dünya tarihine
vurdu. Beğenelim beğenmeyelim, Margaret Thatcher kendisine nefret sunan yüzlerce punk-rock şarkısıyla, dünyanın en önemli siyasetçisi ödülleriyle,
heykelleriyle ve protestolarla buralardan gitti. Unutulmayacak önemde ikonik
bir karakter olduğu kesin. Ama arkasından şunu söylemekten ben şahsen kendimi
alamıyorum;
Keşke gerçekten demir olsaydı..
0 yorum:
Yorum Gönder