1 Ocak 2012 Pazar

BİR SEÇİMİN MALİYETİ..

BİR SEÇİM KAÇA MALOLUR? 

Mart Ayı seçim Ayı.. 

Geçtiğimiz ay Amerika’da sonuçlanan Başkanlık Seçimleri tüm dünyada gündemin ilk sırasındaydı. Sadece Amerikan halkının değil tüm dünyanın yakından takip ettiği bu seçim; kampanya sürecinden, başkanlık kutlamalarına kadar hem sosyal etkileriyle, hem de ekonomik boyutlarıyla konuşuldu durdu. Üstüne Mart ayı sonunda ülkemizde gerçekleşecek olan yerel seçimler de gündemdeki yerini alınca “Bir Seçim Kaça Maloluyor?” sorusunun cevabını sizin için biraz araştıralım istedim. 


Gayet tabii ki ülkemizde gerçekleşecek yerel yönetim seçimiyle ABD başkanlık seçimi ekonomik boyut olarak birbirinden bir hayli farklı. Ancak irdeledikçe şaşırtıcı olan nokta, harcama kalemlerinin neredeyse birebir aynı olması. Bu araştırmamızın hazırlanmasında görüştüğümüz tüm uzman dostlarımızın hemfikir olduğu ortak nokta şu: İster muhtarlık seçimi olsun, ister klüp başkanlığı, ister bir devlet başkanlığı seçimi... Kitleler ve kitlelere hitap etme yöntemleri aynı. Her ne kadar bölgelerden bölgelere kampanyalar etnik yapılardan ve milletlerin karakterlerindeki farklılıklardan dolayı değişse de sonuçta temel hedef insan ve insan psikolojisi. 

Amerikan Başkanı Barack Obama'nın seçilmesinin "her nedense" tüm dünyayı abartılı derecede heyecanlandırmasının üzerinden çok fazla zaman geçmeden bir de "kutlama" çılgınlığı baş gösterdi Amerika'da. Sokak aralarında, gettolarda Afrika Kökenli Amerikalıların kimisi rap yaparak, kimisi dua ederek Bay Başkanı kutlarken, resmi kutlama her dönemki düzeni ve ciddiyeti içerisinde planlanıyordu. Ancak hem katılımcıların niteliklerinden, hem de Siyahi Amerikalıların doğalarından gelen çoşku nedeniyle planlanandan belki biraz daha farklı ama çok daha ilgi çekici geçti resmi kutlamalar. Sonuç “Ezilen ırkların çığlığı” gibi abartılı tanımlarla nitelendirilse de bu işin sosyolojik boyutu. Biz gelelim ekonomik boyutuna...

Bir avuç oy uğruna... 

Ülkemizde seçim sürecindeki aşamalara teker teker bakarsak; bir aday adayının, aday olabilmesi için partilerin genel merkezi tarafından diğer aday adayları arasından seçilmesi gerekiyor. Belirlenen aday, derhal ekibini oluşturup kampanyasına başlıyor. Bu aşamada ilk durak fotoğrafçılar oluyor. Reklamcılar ve matbaacılarla birlikte seçim dönemlerine duacı olan bir meslek grubu da fotoğrafçılar. Burada adayın seçim bölgesine, partisine ve ideolojisine göre vermeyi tercih ettiği pozlarda fotoğrafları çekiliyor. Tüm seçim süreci boyunca öncelikle fotografik hafızalar hedeflendiği için fotoğraf konusu gerçekten önemli. Fotoğraf konusunun önemini en güzel gösteren örnek olaylardan birisi yakın geçmişte ülkemizde yaşanmış. 1991 Genel Seçimleri esnasında kamuoyu tarafından gülmediği ve pek sempatik görünmediği yönünde eleştiriler alan bir politikacımız dünyaca ünlü bir Fransız reklamcı ile anlaşır. Reklamcının ilk yaptığı iş politikacımızın binlerce poz fotoğrafını çektirip içlerinden sadece bir tanesini seçmek olur! Fotoğraf seçilir ve tüm kampanya boyunca tüm farklı ilanlarda ve tüm farklı mecralarda sadece tek bir fotoğrafın kullanılması kararı verilir. Aynı şekilde son ABD seçimlerinde, kampanya ekibi ve danışmanları Obama'nın ten rengini vurgulamaktan kaçındığı için tüm kampanya müddetince Obama'nın photoshopla deforme edilmiş ve Amerika’yı sembolize eden renkler olan mavi, beyaz ve kırmızıya dönüştürülmüş bir fotoğrafının kullanılmış olması dikkat çekicidir. Kısacası fotoğraf seçimi, adayı gösterilmek istendiği şekliyle gösteren en önemli silahlardan biridir kampanyalar için. 

Fotoğrafın sonrasında seçim broşürleri, afişler, bilboardlar, adayın isteğine göre eşantiyon ya da dağıtılacak başka malzemelerin üretilmesi geliyor. Seçim araçlarının satın alınması ya da kiralanması, müzik (genellikle adaylar kendilerine özel bir seçim şarkısı ya da akılda kalıcı bir jingle yaptırmayı tercih edebiliyor), seçilen yerlerde bilboardların kiralanması gibi harcama kalemleri üstüste geldiğinde maliyetler hiç de azımsanmayacak bir boyuta ulaşıyor. Bu da seçim sürecinden en çok reklam sektörünün karlı çıktığını bir kez daha gösteriyor. Örneğin, ABD'de 1996 seçimlerinde 75 medya şirketi toplam 4 milyar dolarlık bir pastayı paylaşmışlar. İngiltere'de ise 1997 seçimlerine katılan partiler toplam 90 milyon sterlinlik bir seçim harcaması yapmışlar. Peki bu kadar ciddi paraların akıyor olması, parası olanın seçimleri alacağı anlamına mı geliyor? Siyasal Reklamcılığın doğduğu ülke olan ABD'de yapılan bir araştırma şu bilgiyi veriyor; şu ana kadar senato seçimlerinde başarı kazanan adayların %88, kongre üyesi seçimlerinde başarılı olan adayların ise % 92'si yarıştıkları adaylardan daha çok seçim harcaması yapan adaylar olmuş. Bu rakamlar güvenilir rakamlar mıdır yoksa sektörün adayların daha fazla harcama yapmalarını teşvik etmekiçin azıcık şişirilmiş rakamlar mıdır bilinmez. Malum Amerikan sistemi, rakamlarla arasının pek de iyi olmadığını son dönemlerde sıkça ispatladı! 

Propaganda harcamalarının aday tarafından mı yoksa partilerin bütçelerinden mi yapıldığı konusu ise bir muamma. Görüştüğümüz adayların bir kısmı kampanya maliyetlerinin büyük kısmının ya da hepsinin partileri tarafından karşılandığını söylerken, kimi adaylar ise partilerinin desteğinin yetersiz ve çok sınırlı olduğundan şikayet edebiliyor. Bu konu, ülkemizde partinin mecliste grubunun bulunması, aldığı hazine yardımı ve seçimlerle ilgili olarak üst yönetimlerin çizdiği finansal strateji gibi konularla doğrudan ilgili. Ama görüştüğümüz adayların bir çoğunun bu konudan şikayetçi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak yine görüştüğümüz adaylardan aldığımız bilgiler doğrultusunda adaylar için seçim faturasının 50.000 TL den az olmamakla beraber ortalama 150.000 TL gibi bir büyüklükte olduğunu gördük. Bu ortalama fatura adayın yapacağı ekstra masraflar, seçim bölgesinin nitelikleri ve bölgede yarışılan diğer partilerin gücü gibi etkilerle çok daha yükselebiliyor. Örneğin seçim dosyamız için görüştüğümüz ve geçtiğimiz yerel seçimerde İstanbul'un en büyük ilçelerinden birinde yerel seçim için yarışmış bir adayın belirttiği seçim maliyetlerini alt alta koyduğumuzda çıkan rakam 2 milyon Türk Lirasını buluyordu! 

ABD Federal Seçim Komisyonu seçim maliyetleri ile ilgili olarak ilginç bir veri sunuyor. Komisyon, partilerin harcadıkları meblağları aldıkları oy sayısına bölerek her bir oyun kaç dolara mal olduğunun hesabını yapmış. Bu rakamlara göre Barack Obama ve Demokrat Partiye alınan her oy 7.39 Dolara malolurken, rakibi Cumhuriyetçi Parti, John McCain için oy başına 5.78 Dolar harcamış. ABD'deki seçim sisteminde partilerin seçimler için harcayabilecekleri fonların üst sınırı kanunlarca belirlenmiş, partiler bu sınırları asla aşamıyorlar. Ülkemizde ise sınır gökyüzü! Partilerin seçimler için resmi ve gayri resmi olarak yaptıkları harcamaları takip etmenin herhangi bir yolu yok. Bu yüzden konuyla ilgili olarak sağlıklı rakamlar elde edebilme şansımız da maalesef bulunmuyor. Zaten ülkemizde seçim için yapılan harcama kalemleri sağlıklı bir şekilde sıralansa herhalde plastik top, döner, çakmak, kömür, beyaz eşya, tornavida takımı gibi kalemler dünyanın herhangi başka bir coğrafyasında yaşayan bir politik kampanya uzmanına çok ilginç gelecektir. Ankara Ticaret Odası'nın bir araştırması şöyle söylüyor: "Seçim harcamalarının canlanma yaratacağı sektörler; Reklamcılar, davul zurnacılar, lokanta, pasta ve kahvehaneler, matbaacılar, kamuoyu yoklaması yapan şirketler, oteller, taşıma şirketleri, otobüs firmaları, kurye şirketleri, taksiciler, bayrakçılar, naylon baskıcılar, baloncular, çiçekçiler, ses tesisatçıları, telefon şirketleri, kumaşçılar, araba kiralama şirketleri, akaryakıt bayiileri, seyyar satıcılar." Rapor azımsanamayacak genişlikte bir yelpazedeki sektörlerin seçimlerin yaratacağı ekonomik canlanmadan faydalanacağını ortaya koyuyor. Bu özellikle içinde bulunduğumuz gibi ekonomik durgunluk dönemlerinde piyasayı canlandırıcı etkisi nedeniyle hatırı sayılır bir etki. Bu sektörlerden birinde çalışıyorsanız yüzünüz herkesten biraz fazla gülüyor olabilir şu dönemde. Aynı rapora göre vatandaşın kazancı ise şöyle özetlenmiş; "Yollar asfaltlanacak, kaldırımlar sökülüp yeniden yapılacak, gıda ve yakacak yardımları hızlanacak, cadde ve sokaklar seçim gününe kadar daha temiz olacak, yanmayan lambalar yanacak, olmayan yol çizgileri çekilecek, çukurlar kapanacak, yenileri açılacak, ağaçlar dikilecek, parklar yapılacak, çöpler zamanında toplanacak..." Burada cadde ve sokakların “seçim gününe kadar” daha temiz olacağı maddesi aslında tüm konunun traji-komik bir özeti gibi... 

Oyum oyum, selvi boyum! 

Seçimlerin finansal yönünü incelerken vatandaşın cüzdanını hedef alan vaadlerden de bahsetmeden geçmemek lazım. Bu araştırmayı yaparken ülkece oylarımızın diğer ülke vatandaşlarının oylarından ziyadesiyle pahalı olduğunu farketmenin haklı gururunu yaşamış olduk. Ne de olsa bir Coni’nin oyu 7.39 dolarken, Ahmet’in oyu için bir ev ve bir otomobilden oluşan “2 anahtar” paketi bile teklif edilmişti geçmiş yıllarda. Her ne kadar hiç bir zaman gerçek olamadıysa da Türk Siyasi hayatında iz bırakan namelerden birisi olmuştu bu vaad.. Üzerinden bir hayli zaman geçmiş olsa da hala her seçimde benzer şarkılar dinliyoruz. Ne de olsa dilin kemiği, vaadin son yok. Sonuçta, bir oyun gerçekten değerli olabilmesi için aslında hiç bir zaman “satın alınamayacak” olması gerekiyor. Bu ütopya için de daha bir hayli zamana ihtiyacımız var gibi görünüyor ne dersiniz? 

0 yorum:

Yorum Gönder