[Esquire Dergisi Nisan 2009 sayısında yayınlanan yazımdan... ]
Paha Biçilemeyen Yatırım : Sanat !
Artık “Kriz” kelimesini duymaktan hepimize sıkıntı geldi. Ekonomiden bahsedip de bu kelimeyi kullanmadan cümle kurmak neredeyse imkansız oldu. Bu keyifsiz ekonomik ortamda, bu sıkıcı piyasalarda, bu henüz ucu bile görünmeyen küresel krizin tam ortasında ille de ekonomi yazmamız gerekiyorsa bari tüm bu tatsızlıkları unutturacak bir konudan bahsedeyim: Sanattan.
Bugünlerde finans dünyasında yer yerinden oynarken, bilinen tüm kurallar bitmiş, tüm ezberler bozulmuş, kabul edilmiş tüm yatırım enstrümanları cazibesini yitirmişken size çok enteresan bir yatırım aracından bahsetmek istiyorum. Sanat Yatırımı. Uzun zaman boyunca sanat ve para kelimeleri yanyana getirilmemişken sanattan para kazanmak neredeyse ayıp kabul edilirken sanatçılar için fakir ölmek adeta bir itibar kaynağı olmuş, para için sanat yapmayı geçin, sanattan para kazanmak ahlaksızlıkların en büyüğü ve bilinen en eski meslek(!)le bir tutulmuş sanat çevrelerince. Gerçi bilinen en eski meslek demişken, onun için de “sanat” kelimesinin kullanılması güzel bir tesadüf olmuş ama konumuz o değil.
Andy Warhol 1962’de kendi ismi kadar meşhur ettiği Campbell çorba kutularını tasarladığında kimilerine göre müthiş yenilikçi bir akımının önderliğini yapıyordu, kimisine göre ise sadece para kazanmaya çalışıyordu. Amaç ne olursa olsun “su yolunu buldu” ve Pop-Art dünyanın en popüler sanat akımlarından birisi, Andy Warhol ise işleri en çok taklit edilen sanatçılarından biri oldu.
Ravelin Bolero’su...Kimisine göre tek bir melodinin dakikalara boyunca rutin tekrarı, kimisine göre sadeliğin inanılmaz gücü. En keskin ve acımasız tanımsa bizzat Ravel’in kendisinden geliyor. Şöyle söylüyor Ravel müthiş klasiği Bolero için: “Tek başyapıtım, yazık ki içinde müzik yok!” Eserin doğuşu ardındaki gerçek hikaye ise tüm bunlardan daha da enteresan. Çok yaygın bir inanışa göre Ravel’in Bolerosu sipariş üzerine yazılmış ilk klasik eserdir ve durmadan aynı ezgiyi tekrarlamasının nedeni “tamamen duygusal” dır! Bu yaygın inanışa göre Ravel tam 18 kere aynı melodiyi tekrarlamıştır çünkü anlaşma bunu gerektirmektedir, eser belli bir koreografi üzerine bestelenmiş sipariş bir bestedir ve belli bir süre boyunca sürekli çalınması gerekmektedir. Ravel de bizim yerli dizi yapımcılarını kıskandıracak bir ticari zekayla, aynı melodiyi çevirip durmuş ve Türk televizyonlarının temel taşlarından olan “tekrardan para kazanma” kavramının bir anlamda atası olmuştur.
Sanattan para kazananlar çok nadiren sanatçılar olmuştur. Sanattan para kazanan kesim daha ziyade bu işin riskini alan, eserleri sanat değerinin yanısıra finansal varlıklar ve yatırım olarak düşünen koleksiyonerler, aracılar ve simsarlar olmuştur. Her ne kadar sanattan sanatçıların dışındaki bir çevrenin daha büyük paralar kazanıyor olması çoğumuza duygusal olarak yanlış gelse de, yatırımın bir numaralı kuralı işte tam burda bir kez daha devreye giriyor: “Ne kadar risk, o kadar getiri!”
Risk, doğası gereği tüm yatırım araçlarında (şu dönem biraz daha fazlaca) bulunsa da aslında sanat yatırımı çok da riskli bir yatırım aracı sayılmıyor, hatta bir çok yatırımdan daha risksiz görünüyor. Zaten bu denli güvenli bir yatırım olarak görülmeseydi, değerli sanat eserlerini büyük banka ve hatta sigorta şirketlerinin varlıkları arasında görmezdik. Yani tuhaf bir finans mantığıyla sigorta şirketleri bir yandan değerli sanat eserlerini yüksek paralara sigortalarken, kendilerini de sanat eserleriyle sigortalıyorlar!
Özellikle bankaların portföyleri hem dünyada hem ülkemizde; yüksek sanat ve antika değeri taşıyan birçok eserini barındırmakta, çok değerli koleksiyonlara ev sahipliği yapmaktadır. Bu eserler bir yandan bu finans kuruluşlarının büyük gökdelenlerin en üst katlarında bulunan süper şık üst düzey yönetim ofislerinin duvarlarını süslemekte, bir yandan da portföyleri içinde değerlenmekte ve onlara para kazandırmaya devam etmekte. Hatta ülkemizde özel bankaların yanında Merkez Bankamızın da değerli bir resim kolleksiyonu bulunmakta. Aman bu size kendilerinden önemli müdahaleler beklenen kriz dönemlerinde Merkez Bankası yetkililerinin trilyonluk sanat eserlerinin karşısında çay içip simit yediklerini düşündürtmesin!
Genelde gerek finans hayatında, gerekse özel hayatlarımızdaki tecrübelerimiz göze hoş görünenin cüzdana hoş görünmediğini gösterse de, sanat konusunda durum her zaman böyle değil, hatta çoğunlukla tam tersi sözkonusu. Tipik bir yatırım aracı ile karşılaştırıldığında ve değerlemesi de aynı normlarda yapıldığında görülen kazanç oranları hiç de azımsanacak oranlar değil. Yaklaşık 3 yıllık, bir sanat eseri için kısa sayılabilecek bir vade sonunda ortalama getiri % 500 - %600 lerde oluşuyor. Burda tabii ki alınan eserin niteliği (aynı diğer tüm yatırımlarda olduğu gibi) önem kazanıyor ancak % 500’lük bu ortalama oran, hele ki içinde bulunulan dönemde herhangi bir başka yatırım aracına kıyasla inanılmaz büyük cazibe taşıyan bir kazanç oranı.
Henüz büyük yatırım bankalarında olmasa da, sanat çevrelerinde çoktan “Sanat Piyasası Analist”leri oluşmuş durumda. Bu analistler aynen büyük yatırım bankalarındaki sektör analistleri gibi sanat piyasasını anlık takip edip analizler yapıyor, raporlar yayınlıyor, düşen ve yükselen fiyatlar hakkında bilgiler verip “al-sat” önerilerini piyasa ile paylaşıyorlar. Sanat Analistliği; son küresel kriz sonrasında global ölçekte sayıları yüzbinlerle ifade edilen “işsiz broker ve yatırım danışmanları” için ilginç bir iş alternatifi olabilir, ne dersiniz? Temelde uzak oldukları bu piyasaya hemen ayak uyduracaklarına eminim, ne de olsa hakkında pek de fikirleri olmayan enstrümanları pazarlamakta tüm dünyadaki finanscılar son derece uzmanlaştı şu geçtiğimiz yıllarda...
Uzmanlara göre, son 25 yıl boyunca yaşanan onca savaş, küresel kriz ve iniş-çıkışa rağman Sanat Piyasasında fiyatlar sürekli olarak yukarı yönlü bir trend içerisinde seyretmiş. Ülke riski, seçilen yatırım enstrümanına özel riskler, hatta coğrafik risklere karşı bile sanat eserleri ve antika yatırımcılığı ön plana çıkıyor. Ayrıca, yatırımcı jargonunda “Pimpirikli Yatırımcı” tabir edilen ve güvenlikten ödün vermeyen yatırımcılar için de bu yöntem birebir. Zira 30 milyon doları çalışma odanızın duvarına asıp gözünüzün önünden ayırmamanın daha estetik bir yolu şimdilik yok!
Her gerçek antika zamanla daha da değerlenir diyebiliyoruz, ancak zamanla eskiyen herşey gayet tabii ki antika olmuyor. Bu konuyla ilgili olarak yapılan “nitelikli antika” tanımı gözardı edilmemesi gereken önemli bir özelliği vurguluyor. Bulunduğumuz coğrafya itibariyle belki bir çoğumuzun evlerinde atalardan kalma yazılar, eşyalar bulunmakta. Ancak bunların hepsi antika sayılmıyor.Eski bir eserin antika değeri alabilmesi için uzmanlar tarafından incelenip yapıldığı dönem, o dönemin etkilerini taşıması, kondüsyonu (durumu) , biliniyorsa sanatçısı ve o sanatçının hangi dönem eseri olduğu gibi etkenlerin değerlendirilmesi gerekiyor. Yani dededen kalma Necefli Maşrapanın antika değeri taşıyabilmesi için konuyla ilgili uzmanların zorlu ekspertizine maruz kalıp sınıfı geçmesi gerekiyor.
Sanat Borsası her ne kadar dünya üzerindeki global ve özerk bir piyasa olsa da, konu hem maddi hem manevi değer kazanmış eski eserler olunca, işin içine devletler, politikalar hatta siyasi krizler bile girebiliyor. Ülkelerin sınırlarından casus filmlerine konu olacak şekillerde çıkarılan eserler, hırsızlıklar ve dolandırıcılıklar...bu kadar paranın döndüğü bir ortamın olmazsa olmazları halini almış.
Biz her ne kadar “Koskoca Artemis’imizi yürüttüler dostlar vay başımıza gelenler!” diye dövünüp duralım, aynı akibeti paylaşan, ancak boş durmayanlar da var. Dünya antika piyasası şu sıralar geçtiğimiz ay Paris’te düzenlenen müzayede olanlarla çalkalanıyor. Bu müzayedede ünlü Fransız modacı Yves Saint Laurent’in kişisel koleksiyonunda bulunan ve Çin’de imparatorluk döneminde saraydan batılı askerlerin çaldığı kabul edilen iki adet bronz heykel toplam 36 milyon dolara alıcı buluyor. Artırmayı filmlerde hep gördüğümüz gibi “Telefonun ucundaki gizemli zengin bir adam” kazanıyor. Buraya kadar herşey normal. Ancak sanat piyasasını ayağa kaldıran olaylar tam da bu noktadan sonra başlıyor... Müzayedeyi kazananın Çin Kayıp Tarihi Eserleri Kurtarma Programı (ki muhtemelen bu koca cümle Çincede 3 ya da 4 çizgiyle yazılıyordur) danışmanı Cai Mingchao olduğu ortaya çıkıyor. Mingchao, müzayedeye uyarı olsun diye girdiğini, bu eserin kendilerine ait olduğunu, parayı asla ödemeyeceğini, gerekirse tüm bedellerine razı olarak müzayedeye her seferinde gireceğini, yani Çincenin Türkçesi: “Eseri kimseye yar etmeyeceğini” söylüyor. Bu esnada bay YSL parasını bekliyor, Christie’s müthiş bir prestij kaybına uğruyor, eser ortada kalıyor.
Tüm dünya yandık bittik, para yok pul yok diye inleyedursun, geçtiğimiz ay gerçekleştirilen tüm zamanların en büyük açık artırması sonucu Christie’s Müzayede Evi’nin kasasına toplam 373.5 milyon Euro para girdi. Bu piyasada hiç birimizin hayır demeyeceği bir meblağ. Bu paraya neler neler alınır başlıklı milli piyango klişesine girmek istemesem de, “Batan gemi ekonomisi” kurallarının geçerli olduğu günlerde bu fiyata mesela dünyaca ünlü ve birkaç yüzyıllık bir otomotiv firmasına ya da yine dünya çapında şöhrete sahip köklü bir bankaya ortak olabilmeniz sözkonusu. Demek ki ya halen bir yerlerde ve birilerinde bol para var, ya da sanat yatırımı bilinen tüm yatırım araçlarının tahtının sallandığı bir dönemin tartışmasız kralı oluyor. Bu durumda gözleri biraz hisse senetlerinden,bonolardan tablolara,heykellere çevirmekte fayda olabilir. Böylece belki hem gözler bayram eder, hem portföyler...
ÜLKEMİZDE FİYATINI EN FAZLA ARTIRAN 5 TABLO
Osman Hamdi Bey/Kaplumbağa Terbiyecisi
Çıkış: 1.9 milyon YTL
Satış: 5 milyon YTL
İbrahim Çallı/Adada Sabah Geziye Çıkan Kadınlar
Çıkış: 150 bin YTL
Satış: 560 bin YTL
Nazmi Ziya Güran/Sokak Manzaraları
Çıkış: 150 bin YTL
Satış: 560 bin YTL
Nuri İyem/Anadolu Kadınları
Çıkış: 60 bin YTL
Satış: 160 bin YTL
Ali Çelebi/Balıkçılar
Çıkış: 90 bin YTL
Satış: 330 bin YTL
Cihat Burak/Kediler
Çıkış: 15 bin YTL
Satış 145 bin
0 yorum:
Yorum Gönder