Son yılların en önemli
konularından birisi tüm dünyada “Big Data” yani büyük veri. Konu ister
pazarlama olsun, ister teknoloji, isterse ekonomi ya da medya; herkesin
dilinde, bir “big data”dır gidiyor.. Ölçemediğini yönetemezsin felsefesinden
hareketle önemi iyice artan “veri”, dolayısıyla da “büyük veri” aynı zamanda
önemli bir ekonomik olgu.
Bilginin tarihin gelmiş geçmiş tüm dönemlerinden daha
ulaşılabilir olması aynı zamanda da ucu bucağı olmayan bir bilgi çöplüğünün
oluşmasına neden oluyor haliyle. Teknolojiyi daha çok kullanarak daha çok ayak izi
bırakıyoruz. Yemek yediğimiz her restoran, tercih ettiğimiz her ürün, eve
giderken seçtiğimiz yol, arkadaş listemizdeki her kişi, iletişim sıklığımız,
hangi TV programlarını ya da web sitelerini sevdiğimiz, hatta bir mağazaya
girdiğimizde gezmeye ve almaya sıklıkla hangi taraftan başladığımız. Tüm bu
verilerin bir yerlerde birileri tarafından tutulduğunu bilmek insanı korkutuyor
değil mi? Bu veriler bizlere mal ve hizmet üreten firmalar tarafından bize daha
iyi ve etkili ulaşabilmek için kullanılıyor. Bildiğimiz kadarıyla. Şimdilik..
Dünyada bugüne kadar şu anda bilinen anlamda oluşmuş tüm
datanın %90 ‘ının son iki yılda oluştuğu söyleniyor. Hepimizin elinde neredeyse
günde 15-20 saat mobil cihazlar ve durmadan data üretiyoruz. Peki çok gerekli
datalar mı bunlar? Elbette hepsi değil. İşte iyi ve işe yarayabilecek kaliteli
veriyi bu dev çöplükten çıkarabilme konusu tam bu noktada sonsuz önem kazanıyor.
Facebook’la birlikte üzerinde iyice durulması gereken “Bir ürün için para
ödemiyorsan ürün aslında sensindir!” kavramı aslında meseleyi ve ekonomik
boyutunu anlamak için yola çıkılması gereken nokta. Bu söz basitçe şunu
söylüyor; müşteriye bedelsiz olarak sunulan her ürünün, mal da olsa hizmet de,
temel amacı müşterinin verisine ulaşmaktır. Sosyal ağlardan başlayarak üstünde
ciddiyetle düşünülmesi gereken konu bu. Daha fazla cep telefonuyla
konuşabilmemiz –ve iletişim verisi oluşturabilmemiz- için ücretsiz verilebilen
cep telefonları, okuyucuların ve hatta ülkelerin demografilerinin daha iyi
yorumlanması amacıyla kullanılabilecek okuma alışkanlıkları için ücretsiz kindle’ların dağıtılması ya da
sosyal ağların ücretsiz olması tesadüf değil. Alınıp satılan bu ürünler değil,
biziz. Hepsi data fazla ve daha kolay data üretebilelim diye. Biz de fena
gitmemişiz veri sağlayıcılar olarak; 2012 yılından bu yana her yıl ortalama 1.2
zettabyte veri sağlamışız, yani 16GB’lık iPhone’lardan 80 milyar adet
doldurabilecek kadar. Bahsi geçen data, dünyanın çevresini 100 kereden fazla
dolaşıyor.
Dışında kalınması neredeyse imkansız olan eğlenceli sosyal
ağlar bizi ilkokul arkadaşlarımızla buluşturmanın epeyce ötesinde; kimi nereden
tanıdığımızı belli bir algoritma içinde belirlemekten tutun da hangi markaları
beğendiğimiz, seyahat sıklığımız, ne zaman hangi restoranda ya da hangi ülkede
bulunduğumuz gibi verileri üstelik de tamamıyla bize derletiyor. E gayet
normaldir ki bu verilerin de alıcısı var. Ticari markalar, sivil toplum
kuruluşları, ülkeler, bireyle ve tüketiciyle işi olan herkes ‘Big data’nın
alıcısı. 2012 yılında 6.3 milyar dolar olan küresel büyük veri pazarının
2018’de 48.3 milyar dolar olması
bekleniyor. Çok şaşırtıcı olmasa gerek; birkaç sene önce var olmayan bu dev
pazarın en büyük oyuncusu %54.5 ‘i elinde tutan Amerika. Hemen ardından Avrupa
geliyor.
Peki korkmalı mıyız? 20 sene önce bu soruya “Yok canım,
bilgiden korkulur mu!” diye cevap verebilirdik elbette. Ama artık durumlar bir
hayli değişti. Gittiğim restoran ya da seyahat planımı paylaşmak bir sonraki
sefer için daha güzel öneriler alabileceksem mantıklı gelebilir. Ama spor
yaparken kolumuza taktığımız bilekliklerin de bir yerlerde kalp atışımız, kan
akışımız gibi olağanüstü özellikte bilgileri derlediğini düşünmek insanı
korkutmuyor değil. Tabi tüm bu bilgileri eğlenceli hale getirerek, adeta bilgi
sağlamak için yarıştırarak doğrudan sahibinin sisteme atmasını sağlayabilmek
esas pazarlama dehası ve başarı. Yani büyük veri aslında sen, ben, hepimiziz.
Hepimizin oluşturduğu bir deniz. Sıcak günlerde bizi serinletip derde derman olduğu sürece ne ala da, ya
günün birinde Tsunami olursa?
(GQ , Şubat 2015)