13 Şubat 2012 Pazartesi

İnsanoğlunun para sevgisi gün geçmiyor ki yeni bir boyut kazanmasın.. Japonya’da yapılan bir araştırma “Para insanı mutlu eder mi?” tartışmasına herhalde bir nokta koyacak artık. Bahsi geçen çalışmada Japonyalı bilim adamları çok sayıda işçinin çalıştığı ortama taze basılmış banknot kokusu vermişler. İşin ilginci, banknot kokusu verildiğinde işçilerin daha verimli çalıştıkları tespit edilmiş! Bu çalışmadan feyz alan Amerikalı girişimci Patrick McCarthy ise konuyu bir başka noktaya taşımış ve “Money” markalı ABD Doları kokusu taşıyan bir parfüm üretmiş! Şişesi 35 dolardan satılan parfümü alanlar kendilerini gerçek bir milyoner gibi hissetsinler diye girişimci, tedavülden kalkmış 500 dolarlık banknot parçalarını da parfüm şişesine koymayı ihmal etmemiş! Ciddi satışlar yakalayan parfümün erkek ve kadın versiyonları bulunuyormuş. Erkeklerdeki para hırsı için söylenebilecek çok fazla birşey yok gerçi ama, benim kişisel fikrim, kadın versiyonunda pekala yeni ayakkabı kokusu ya da tektaş pırlanta kokusu (!) da denenebilirdi.

PARANIN KOKUSU, ZÜĞÜRDÜN ÇENESİ..

İnsanoğlunun para sevgisi gün geçmiyor ki yeni bir boyut kazanmasın.. Japonya’da yapılan bir araştırma “Para insanı mutlu eder mi?” tartışmasına herhalde bir nokta koyacak artık. Bahsi geçen çalışmada Japonyalı bilim adamları çok sayıda işçinin çalıştığı ortama taze basılmış banknot kokusu vermişler. İşin ilginci, banknot kokusu verildiğinde işçilerin daha verimli çalıştıkları tespit edilmiş! Bu çalışmadan feyz alan Amerikalı girişimci Patrick McCarthy ise konuyu bir başka noktaya taşımış ve “Money” markalı ABD Doları kokusu taşıyan bir parfüm üretmiş! Şişesi 35 dolardan satılan parfümü alanlar kendilerini gerçek bir milyoner gibi hissetsinler diye girişimci, tedavülden kalkmış 500 dolarlık banknot parçalarını da parfüm şişesine koymayı ihmal etmemiş! Ciddi satışlar yakalayan parfümün erkek ve kadın versiyonları bulunuyormuş. Erkeklerdeki para hırsı için söylenebilecek çok fazla birşey yok gerçi ama, benim kişisel fikrim, kadın versiyonunda pekala yeni ayakkabı kokusu ya da tektaş pırlanta kokusu (!) da denenebilirdi.

Düğünü -nedense- tüm dünyada milyonlarca kişi tarafından nefesler tutularak izlenen Prens William’ın hanımı, global gelin Kate Middleton, Volkswagen Golf marka arabasını E-bay’de satılığa çıkarmış. Buraya kadar herşey normal, koskoca düşes, sarayın tüm araçları emrine amadeyken hepimizin satın alabileceği dünyevi bir arabaya binecek değil ya.. Ancak ilginç olan ilanda dikkat çeken minik bir detay. Detay bilgilerinde aracın, içinde bulunan bir çift gümüş kol düğmesiyle satılık olduğu belirtiliyor. Medya şimdiden kol düğmelerinin Prense ait olduğu haberini geçti bile. Bu da aracın normal değerinin birkaç katına satılığa çıkmasını haklı çıkarıyor. Bayan Middleton’ın nasıl bir prenses oalcağı tartışıladursun, harika bir pazarlamacı olduğu kesin..

DÜŞESTEN - AZ KULLANILMIŞ


Düğünü -nedense- tüm dünyada milyonlarca kişi tarafından nefesler tutularak izlenen Prens William’ın hanımı, global gelin Kate Middleton, Volkswagen Golf marka arabasını E-bay’de satılığa çıkarmış. Buraya kadar herşey normal, koskoca düşes, sarayın tüm araçları emrine amadeyken hepimizin satın alabileceği dünyevi bir arabaya binecek değil ya.. Ancak ilginç olan ilanda dikkat çeken minik bir detay. Detay bilgilerinde aracın, içinde bulunan bir çift gümüş kol düğmesiyle satılık olduğu belirtiliyor. Medya şimdiden kol düğmelerinin Prense ait olduğu haberini geçti bile. Bu da aracın normal değerinin birkaç katına satılığa çıkmasını haklı çıkarıyor. Bayan Middleton’ın nasıl bir prenses oalcağı tartışıladursun, harika bir pazarlamacı olduğu kesin..

8 Şubat 2012 Çarşamba

Vergi vermek hepimizin malumu olduğu üzere, kutsal bir görev. Ama tarihte öyle vergiler var ki, kutsallığı kadar anlamı da tartışılır.. Mesela;

İkinci koca vergisi: İspanya’da 14. yüzyılda ikinci evliliğini yapan kadınlardan vergi alındı. 
Peruk vergisi:  Venedik’te 15. yüzyılda kayıtlara geçen bu olay en ilginç vergiler arasında yer aldı. Kafaya takılan her peruktan vergi alındı. 
Vaftiz vergisi: Avrupa’da kral ve prenslerin vaftiz edilen çocuklarından da vergi alınıyordu.
Teker izi vergisi:  Avrupalılar o dönemde de o kadar buşcuydular ki öküz arabalarının teker izinden bile vergi alınmış.
Çizme vergisi: 18. yüzyılda Prusya kralı 2. Frederick, çizmelerden vergi alınmasını emretti ve çizme vergisi toplattı.
Sakal vergisi: Rus Çarları ise sakallılardan özel vergi tahsil ettirdi. Köselerin zengin olduğu yıllar…
Baca vergisi: Aynı dönemlerde Polonyalılar da baca vergisi ile uğraşıyordu. Halk vergi ödememek ıçin bacalarını yıktı.
Bıyık vergisi: Uruguay’ın Durazno kent meclisi 1867 yılında erkeklere bıyık vergisi koydu. Bıyığın her santimi ıçin 2 peso alındı. Ancak sert tepkilerle karşılaşınca verginin ömrü kısa sürdü.

ÇİÇEKLER SEVGİ İLE, ÜLKELER VERGİ İLE..

Vergi vermek hepimizin malumu olduğu üzere, kutsal bir görev. Ama tarihte öyle vergiler var ki, kutsallığı kadar anlamı da tartışılır.. Mesela;

İkinci koca vergisi: İspanya’da 14. yüzyılda ikinci evliliğini yapan kadınlardan vergi alındı. 
Peruk vergisi:  Venedik’te 15. yüzyılda kayıtlara geçen bu olay en ilginç vergiler arasında yer aldı. Kafaya takılan her peruktan vergi alındı. 
Vaftiz vergisi: Avrupa’da kral ve prenslerin vaftiz edilen çocuklarından da vergi alınıyordu.
Teker izi vergisi:  Avrupalılar o dönemde de o kadar buşcuydular ki öküz arabalarının teker izinden bile vergi alınmış.
Çizme vergisi: 18. yüzyılda Prusya kralı 2. Frederick, çizmelerden vergi alınmasını emretti ve çizme vergisi toplattı.
Sakal vergisi: Rus Çarları ise sakallılardan özel vergi tahsil ettirdi. Köselerin zengin olduğu yıllar…
Baca vergisi: Aynı dönemlerde Polonyalılar da baca vergisi ile uğraşıyordu. Halk vergi ödememek ıçin bacalarını yıktı.
Bıyık vergisi: Uruguay’ın Durazno kent meclisi 1867 yılında erkeklere bıyık vergisi koydu. Bıyığın her santimi ıçin 2 peso alındı. Ancak sert tepkilerle karşılaşınca verginin ömrü kısa sürdü.

Türkiye’nin üçüncü çeyrekte açıkladığı beklenmedik büyüme rakamları yurtiçinde olduğu kadar, yurtdışında da tartışılıyor. Az olsun, bizim olsun düşüncesiyle batık ülkelere bile Türkiye’nin bir hayli üstünde kredi notu vermeyi alışkanlık haline getiren Avrupalı finans otoriteleri “Türkiye’nin ekonomik ilerlemesi, ne destekçilerinin iddia ettiği gibi etkileyici, ne de eleştirenlerin söylediği gibi tehlikeli bir durumda” diyor. Açıklamanın sahibi İngiltere merkezli Financial Times gazetesi “Türkiye bir Asya kaplanı değil ama Anadolu kedisi” gibi anlaşılması güç bir yorumla devam ediyor ve “Türkler krize dayanıklı ve alışık” diye bitiyor. Ayı, boğa derken kedi de ekonomik literatüre sıkı bir giriş yaptı anlaşılan..

BİR ASLAN MİYAV DEDİ

Türkiye’nin üçüncü çeyrekte açıkladığı beklenmedik büyüme rakamları yurtiçinde olduğu kadar, yurtdışında da tartışılıyor. Az olsun, bizim olsun düşüncesiyle batık ülkelere bile Türkiye’nin bir hayli üstünde kredi notu vermeyi alışkanlık haline getiren Avrupalı finans otoriteleri “Türkiye’nin ekonomik ilerlemesi, ne destekçilerinin iddia ettiği gibi etkileyici, ne de eleştirenlerin söylediği gibi tehlikeli bir durumda” diyor. Açıklamanın sahibi İngiltere merkezli Financial Times gazetesi “Türkiye bir Asya kaplanı değil ama Anadolu kedisi” gibi anlaşılması güç bir yorumla devam ediyor ve “Türkler krize dayanıklı ve alışık” diye bitiyor. Ayı, boğa derken kedi de ekonomik literatüre sıkı bir giriş yaptı anlaşılan..

6 Şubat 2012 Pazartesi

-EYVAAAH! SEVGİLİLER GÜNÜ GELİYOR Dİ Mİ?!?" 
ANONİM

Eskiden Belirli Gün ve Haftalar kitaplarımız vardı hatırlar mısınız.. Hani 23 Nisanından 19 Mayısına, Yerli Malı Haftasından Kabotaj Bayramı’na kadar tüm özel günler toplandığı ve istisnasız her gün için birbirinden başarılı şiir ve kompozisyonların bulunduğu... Internet çocuklarınının hiç hatırlayamayacağı, ancak ansiklopedi neslinin hatıralarında kalan bu güzide kitaplarda bahsi geçen günlerle ilgili şiirler bilgiler ve kompozisyon örnekler bulunur, bu başucu eserleri ev ödevlerimiz için başlıca esinlenme kaynağı olurdu.
Bu yazı bu özel zamanları yaşamış olan ansiklopedi nesline gelsin... [Esquire - Ekim 2010 yazımdan]


Ekonomide Belirli Gün ve Haftalar deyince tanıma ekonomi için özel önemli bulunan, ekonomik canlılık yaratması açısından çoğunlukla da suni bir şekilde pompalanmış özel günler giriyor. Örneğin sadece perakendeciliği  teşvik etmek için gereğinden çok şişirilen sevgililer günü, yılbaşları, anneler günü, babalar günü gibi günler. Bunların tümü de yarattığı tüketim dalgası nedeniyle ekonominin belirli gün ve haftalarını oluşturuyor. Bu günler o kadar önemli ki mali piyasalar için yapılan trend tahminlerinde etkili oluyor, şirket karlarında belirleyici oluyor. Yani neresinden bakarsak bakalım büyük bir ekonomik önem taşıyor. Şöyle bir göz atalım...

Sevgililer Günü

Bir sevgilisi olmayanlar tümü ve sevgilisi olanların bir kısmı için işkence gibi geçen bir gündür sevgililer günü. “Aman sevgilim ne gerek var, zaten gavur icadı bi gün” le başlayan konuşmalar genellikle “Yanii bilmiyorum da Aslı’nın sevgilisi 1000 tane gül getirmiş en azından yaneeeee” yle biter. Bu günde ne yapılsa azdır, ne söylense nafiledir. Korkunç bir kıyaslı değerleme, inanılmaz bir karşılaştırmalı ekonomi işlemektedir. Aslı’nın sevgilisinin gülleri sevgiliniz için her zaman sizinkinden daha parlak, sizin kolyeniz Aslı için her zaman sevgilisinin hediyesinden daha güzeldir. O gün adeta Aslı’nın sevgilisine düşman olmanız için yaratılmıştır. Parmakla gösterilecek kadar az çift bu günü gerçekten pas geçebilirken, parmakla gösterilemeyen pek çoğu bu alışveriş çılgınlığının esiri olacaktır. Örneğin geçtiğimiz senenin Sevgililer gününde bir günde toplam 642 Milyon TL.lik alışveriş yapılmış. Bu rakam aynı senenin Anneler ve Babalar Günündeki harcalama rakamlarından daha fazla. Ancak 2010 yılının rakamı 639 milyonla önceki senenin altında kalınca kadın egemenliğinde olduğu açıkça hissedilen basınımız bile başlıklarıyla hemen bu durumu kınamış: “Sevgililer ucuza kaçtı!”   

Anneler Günü

Duygu sömürülerinin ve “Satış için her yol mübahtır” anlayışının ayyuka çıktığı günlerden en önemlisidir Anneler günü. Ajitasyon kokan reklamlardan en ciddi haber bültenlerine kadar nereye baksanız annenizi görmezsiniz maalesef ama tüketim canavarını rahatça görebilirsiniz! Sevgi dolu türkülerle annemize verelim dediğimiz şey çoğunlukla bir demet kır çiçeği olmaz bu dış güçlerin etkisiyle. Zavallıcıkların tüm hayatının ev işi olması gerektiğini teyid edercesine tost makinaları, mutfak robotları en popüler hediyelerdir. Tabii son yıllarda sevgili, anne, kızkardeş gözetmeksizin habitatımızdaki tüm bayanlara almamız beklenen “tektaş”lar da son dönemlerin favori hediyesidir. Hediyenin düşünülmüş olması değil, kesinlikle karatı önem kazanmaktadır bu noktada. İster mücevher olsun, ister tost makinesi, isterse güzel bir haber anneleri her zaman memnun etmek en kolayıdır neyse ki. Anneler gününden dolayı tüketim düzeni memnun olur mu derseniz, rakamlar fena değil. Sevgililer hediye aldırmakta daha başarılı olsa da anneler için de geçtiğimiz sene 600 Milyon TL  civarında harcama yapmışız. Aman onlar bizi dokuz ay karınlarında taşımış, biz 600 milyonluk tost makinesi almışız çok mu?         

Babalar Günü

Etki olarak anneler gününün gölgesinde kalsa, hasar olarak Sevgililer gününün yanına bile yaklaşamayacak olsa da önemli günlerden biridir Babalar Günü. Annelere olan ilgiliyi delicesine kıskanan bir babanın buluşu mudur, yoksa çocukluğunda duyduğu “Anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı?” travmatik sorusuna “Annemi” diye cevap vermiş bir çocuğun bitmeyen pişmanlığından mı kaynaklanmıştır bilinmez ama babalarımız da tüketim maratonunda unutulmamıştır. Babalar alınan hediyeleri ya önemsemez ya önemsememezmiş gibi davranırlar. Bu pervasızlık da genellikle onlara yanlış bedende alınmış ama değiştirilmeye üşenilmiş bir dolap dolusu gömlek ya da aynısından altı kravat olarak geri döner. Babalar günü, çocuklar ve anneler tarafından babanın asla beğenilmeyen giyim tarzını düzeltmek için de önemli bir fırsat olarak görülür. Bu nedenle başlıca hediyeler gömlek, ayakkabı ve kravattır. Traş makinası da son yılların yükselen bir eğilimi olsa da cilt ya da saç bakım ürünleri halen pek rağbet görememektedir. Son birkaç yıldır sürpriz bir şekilde artan harcama miktarının ise elektronik aletlerden kaynaklandığı tahmin ediliyor. Bu yıl atağa geçen babalar 714 milyon TL lik alışveriş yaptırmış. Yaptırana değil, yapana bak deyip buradan da annelerimize pay çıkarmak biraz fazla mı yanlı bir  bakış açısı olur acaba?

Yılbaşı

Kırmızılar giyinmiş şişman bir adam beyaz sakalını sıvazlayarak “Hohoho” diye bağırıyor ve biz çılgınlar gibi alışveriş yapmaya başlıyoruz. Şimdi gelin de Pavlov’a hak vermeyin! Santa Claus denilen ve aslında Anadolu’nun bağrından kopup geldiği kabul edilen bu kostümlü eleman, arada anlaşılamayan bir sebepten takvim başlangıçlarında herkesin birbirine çıldırasıya hediye vermesini salık vermiştir. Milattan sonra 300 yıllarında aklına geldiği tahmin edilen bu saçmalık, ölümünden yüzlerce yıl sonra dünya ekonomisine hayat veren cin pazarlama fikirlerinden birisi olacaktır. Kırmızılı amca böylesine acımasız bir amaca alet olduğunu bilmeden bacalardan sarkmaya çalışırken bizler sadece bu sene kendisinin doğduğu sınırlar içerisinde ve bir gün içerisinde tam tamına 665 Milyon TL.lik alışveriş yapmayı kendisine ve aziz hatırasına bir borç bilmişiz. Kaldı ki ülkemizde dini sebeplerden dolayı yılbaşı kutlamayı reddeden büyük bir grubun da olduğunu unutmamak gerekiyor. Ama bu grubu da dahil ederek rahatlıkla söyleyebiliriz ki yılbaşları, ister hediyeler, evde ve dışarda yapılan eğlenceler, seyahatler,  tatiller tarafından bakın, ister dansözlere yapıştırılan paralar yönünden görün ekonominin harcama tarafında ana damarlarından biri. 
Hadi sloganı da şu olsun: “Yılbaşı... MS. 300 yılından beri anlamsızca aldırır!”       

Bayramlar & Seyranlar


Bir sonraki yılın ajandasını ilk gördüğümüzde hemen tatillerin kaç gün olduğunu hesaplayan bir milletin evlatlarıyız, hiçkimse inkar etmesin! Bir bayram haftasonuna denk gelirse karalar bağlarız. Eğer ki hafta ortasına denk gelirse hemen daha tatil birleştirilmeden tatil programlarımızı yapıp kulağımızı tatilin uzatıldığıyla ilgili haberlere veriririz. Üç buçuk günlük tatillere yaşanmamış gözüyle bakarız, gözümüz hep büyüktedir, gelmekte olan dokuz günlük tatilde! Hal böyle olunca bu bayram dönemlerini harcama yapmadan, almadan-vermeden, ekonomiye can vermeden geçirmemiz düşünülemez. Resmi bayramlar genellikle tek gün olduğu için bu konuda verimli tatiller genellikle dini bayramlardır. Eş-dost ziyareti, Kurban kesme, el öpme ve “bi Antalya-Bodrum yapma” gibi ananelerin hepsini eksiksiz yerine getirmeye azami gayret sarfederiz. Bayram günlerinin ve uzun tatillerinin klişesi olan ve tuhaf bir şekilde alıtığımız trafik kazası haberleri bile birkaç günlüğüne kaçıvermeye engel değildir. Bu durumda bayramların ekonomik faturası da hayli kabarık haliyle. Bu yıl sadece Ramazan Bayramı arefe gününde kredi kartlarımız marifetiyle tam tamına 395 Milyon TL tutarında alışveriş yapılmışken, bayram tamamında aynı şekilde 1 milyar 263 milyon liralık harcama gerçekleştirmişiz. Bu rakamlar kredi kart verileri olduğu için peşin alışverişlerin ve henüz kredi kartı teknolojisiyle tanışmamış olan el öpme-harçlık alma işlemlerinin de bu rakama dahil olmadığını belirtmekte fayda var. Ama yakın zamanda dahil olmayacağı anlamına da gelmez tabii. Zira gümbür gümbür gelen playstation neslinin dedelerin ve ananelerin ellerini öpmeye mobil pos cihazlarıyla gelmesine bence sadece birkaç yıl kaldı!   

Görüldüğü gibi ekonominin de kendine özgü belirli gün ve haftaları var. Bu dönemlerde tüketim çılgınlığı öyle bir boyut alıyor ki dışında kalmak imkansız hale geliyor. Yani biz oraya bakmasak da onlar hep baktığımız yerde oluyor. Kısacası bu gün ve haftalar o kadar belirli ki bunlardan kaçış ihtimali de çok fazla yok. Madem kaçış yok, o zaman biz de zevk almaya bakalım. Biz biz olalım, eşimize, sevgilimize, ailemize hediye almak için bu günleri beklemeyelim!

EKONOMİDE "BELİRLİ GÜNLER VE HAFTALAR!"

-EYVAAAH! SEVGİLİLER GÜNÜ GELİYOR Dİ Mİ?!?" 
ANONİM

Eskiden Belirli Gün ve Haftalar kitaplarımız vardı hatırlar mısınız.. Hani 23 Nisanından 19 Mayısına, Yerli Malı Haftasından Kabotaj Bayramı’na kadar tüm özel günler toplandığı ve istisnasız her gün için birbirinden başarılı şiir ve kompozisyonların bulunduğu... Internet çocuklarınının hiç hatırlayamayacağı, ancak ansiklopedi neslinin hatıralarında kalan bu güzide kitaplarda bahsi geçen günlerle ilgili şiirler bilgiler ve kompozisyon örnekler bulunur, bu başucu eserleri ev ödevlerimiz için başlıca esinlenme kaynağı olurdu.
Bu yazı bu özel zamanları yaşamış olan ansiklopedi nesline gelsin... [Esquire - Ekim 2010 yazımdan]


Ekonomide Belirli Gün ve Haftalar deyince tanıma ekonomi için özel önemli bulunan, ekonomik canlılık yaratması açısından çoğunlukla da suni bir şekilde pompalanmış özel günler giriyor. Örneğin sadece perakendeciliği  teşvik etmek için gereğinden çok şişirilen sevgililer günü, yılbaşları, anneler günü, babalar günü gibi günler. Bunların tümü de yarattığı tüketim dalgası nedeniyle ekonominin belirli gün ve haftalarını oluşturuyor. Bu günler o kadar önemli ki mali piyasalar için yapılan trend tahminlerinde etkili oluyor, şirket karlarında belirleyici oluyor. Yani neresinden bakarsak bakalım büyük bir ekonomik önem taşıyor. Şöyle bir göz atalım...

Sevgililer Günü

Bir sevgilisi olmayanlar tümü ve sevgilisi olanların bir kısmı için işkence gibi geçen bir gündür sevgililer günü. “Aman sevgilim ne gerek var, zaten gavur icadı bi gün” le başlayan konuşmalar genellikle “Yanii bilmiyorum da Aslı’nın sevgilisi 1000 tane gül getirmiş en azından yaneeeee” yle biter. Bu günde ne yapılsa azdır, ne söylense nafiledir. Korkunç bir kıyaslı değerleme, inanılmaz bir karşılaştırmalı ekonomi işlemektedir. Aslı’nın sevgilisinin gülleri sevgiliniz için her zaman sizinkinden daha parlak, sizin kolyeniz Aslı için her zaman sevgilisinin hediyesinden daha güzeldir. O gün adeta Aslı’nın sevgilisine düşman olmanız için yaratılmıştır. Parmakla gösterilecek kadar az çift bu günü gerçekten pas geçebilirken, parmakla gösterilemeyen pek çoğu bu alışveriş çılgınlığının esiri olacaktır. Örneğin geçtiğimiz senenin Sevgililer gününde bir günde toplam 642 Milyon TL.lik alışveriş yapılmış. Bu rakam aynı senenin Anneler ve Babalar Günündeki harcalama rakamlarından daha fazla. Ancak 2010 yılının rakamı 639 milyonla önceki senenin altında kalınca kadın egemenliğinde olduğu açıkça hissedilen basınımız bile başlıklarıyla hemen bu durumu kınamış: “Sevgililer ucuza kaçtı!”   

Anneler Günü

Duygu sömürülerinin ve “Satış için her yol mübahtır” anlayışının ayyuka çıktığı günlerden en önemlisidir Anneler günü. Ajitasyon kokan reklamlardan en ciddi haber bültenlerine kadar nereye baksanız annenizi görmezsiniz maalesef ama tüketim canavarını rahatça görebilirsiniz! Sevgi dolu türkülerle annemize verelim dediğimiz şey çoğunlukla bir demet kır çiçeği olmaz bu dış güçlerin etkisiyle. Zavallıcıkların tüm hayatının ev işi olması gerektiğini teyid edercesine tost makinaları, mutfak robotları en popüler hediyelerdir. Tabii son yıllarda sevgili, anne, kızkardeş gözetmeksizin habitatımızdaki tüm bayanlara almamız beklenen “tektaş”lar da son dönemlerin favori hediyesidir. Hediyenin düşünülmüş olması değil, kesinlikle karatı önem kazanmaktadır bu noktada. İster mücevher olsun, ister tost makinesi, isterse güzel bir haber anneleri her zaman memnun etmek en kolayıdır neyse ki. Anneler gününden dolayı tüketim düzeni memnun olur mu derseniz, rakamlar fena değil. Sevgililer hediye aldırmakta daha başarılı olsa da anneler için de geçtiğimiz sene 600 Milyon TL  civarında harcama yapmışız. Aman onlar bizi dokuz ay karınlarında taşımış, biz 600 milyonluk tost makinesi almışız çok mu?         

Babalar Günü

Etki olarak anneler gününün gölgesinde kalsa, hasar olarak Sevgililer gününün yanına bile yaklaşamayacak olsa da önemli günlerden biridir Babalar Günü. Annelere olan ilgiliyi delicesine kıskanan bir babanın buluşu mudur, yoksa çocukluğunda duyduğu “Anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı?” travmatik sorusuna “Annemi” diye cevap vermiş bir çocuğun bitmeyen pişmanlığından mı kaynaklanmıştır bilinmez ama babalarımız da tüketim maratonunda unutulmamıştır. Babalar alınan hediyeleri ya önemsemez ya önemsememezmiş gibi davranırlar. Bu pervasızlık da genellikle onlara yanlış bedende alınmış ama değiştirilmeye üşenilmiş bir dolap dolusu gömlek ya da aynısından altı kravat olarak geri döner. Babalar günü, çocuklar ve anneler tarafından babanın asla beğenilmeyen giyim tarzını düzeltmek için de önemli bir fırsat olarak görülür. Bu nedenle başlıca hediyeler gömlek, ayakkabı ve kravattır. Traş makinası da son yılların yükselen bir eğilimi olsa da cilt ya da saç bakım ürünleri halen pek rağbet görememektedir. Son birkaç yıldır sürpriz bir şekilde artan harcama miktarının ise elektronik aletlerden kaynaklandığı tahmin ediliyor. Bu yıl atağa geçen babalar 714 milyon TL lik alışveriş yaptırmış. Yaptırana değil, yapana bak deyip buradan da annelerimize pay çıkarmak biraz fazla mı yanlı bir  bakış açısı olur acaba?

Yılbaşı

Kırmızılar giyinmiş şişman bir adam beyaz sakalını sıvazlayarak “Hohoho” diye bağırıyor ve biz çılgınlar gibi alışveriş yapmaya başlıyoruz. Şimdi gelin de Pavlov’a hak vermeyin! Santa Claus denilen ve aslında Anadolu’nun bağrından kopup geldiği kabul edilen bu kostümlü eleman, arada anlaşılamayan bir sebepten takvim başlangıçlarında herkesin birbirine çıldırasıya hediye vermesini salık vermiştir. Milattan sonra 300 yıllarında aklına geldiği tahmin edilen bu saçmalık, ölümünden yüzlerce yıl sonra dünya ekonomisine hayat veren cin pazarlama fikirlerinden birisi olacaktır. Kırmızılı amca böylesine acımasız bir amaca alet olduğunu bilmeden bacalardan sarkmaya çalışırken bizler sadece bu sene kendisinin doğduğu sınırlar içerisinde ve bir gün içerisinde tam tamına 665 Milyon TL.lik alışveriş yapmayı kendisine ve aziz hatırasına bir borç bilmişiz. Kaldı ki ülkemizde dini sebeplerden dolayı yılbaşı kutlamayı reddeden büyük bir grubun da olduğunu unutmamak gerekiyor. Ama bu grubu da dahil ederek rahatlıkla söyleyebiliriz ki yılbaşları, ister hediyeler, evde ve dışarda yapılan eğlenceler, seyahatler,  tatiller tarafından bakın, ister dansözlere yapıştırılan paralar yönünden görün ekonominin harcama tarafında ana damarlarından biri. 
Hadi sloganı da şu olsun: “Yılbaşı... MS. 300 yılından beri anlamsızca aldırır!”       

Bayramlar & Seyranlar


Bir sonraki yılın ajandasını ilk gördüğümüzde hemen tatillerin kaç gün olduğunu hesaplayan bir milletin evlatlarıyız, hiçkimse inkar etmesin! Bir bayram haftasonuna denk gelirse karalar bağlarız. Eğer ki hafta ortasına denk gelirse hemen daha tatil birleştirilmeden tatil programlarımızı yapıp kulağımızı tatilin uzatıldığıyla ilgili haberlere veriririz. Üç buçuk günlük tatillere yaşanmamış gözüyle bakarız, gözümüz hep büyüktedir, gelmekte olan dokuz günlük tatilde! Hal böyle olunca bu bayram dönemlerini harcama yapmadan, almadan-vermeden, ekonomiye can vermeden geçirmemiz düşünülemez. Resmi bayramlar genellikle tek gün olduğu için bu konuda verimli tatiller genellikle dini bayramlardır. Eş-dost ziyareti, Kurban kesme, el öpme ve “bi Antalya-Bodrum yapma” gibi ananelerin hepsini eksiksiz yerine getirmeye azami gayret sarfederiz. Bayram günlerinin ve uzun tatillerinin klişesi olan ve tuhaf bir şekilde alıtığımız trafik kazası haberleri bile birkaç günlüğüne kaçıvermeye engel değildir. Bu durumda bayramların ekonomik faturası da hayli kabarık haliyle. Bu yıl sadece Ramazan Bayramı arefe gününde kredi kartlarımız marifetiyle tam tamına 395 Milyon TL tutarında alışveriş yapılmışken, bayram tamamında aynı şekilde 1 milyar 263 milyon liralık harcama gerçekleştirmişiz. Bu rakamlar kredi kart verileri olduğu için peşin alışverişlerin ve henüz kredi kartı teknolojisiyle tanışmamış olan el öpme-harçlık alma işlemlerinin de bu rakama dahil olmadığını belirtmekte fayda var. Ama yakın zamanda dahil olmayacağı anlamına da gelmez tabii. Zira gümbür gümbür gelen playstation neslinin dedelerin ve ananelerin ellerini öpmeye mobil pos cihazlarıyla gelmesine bence sadece birkaç yıl kaldı!   

Görüldüğü gibi ekonominin de kendine özgü belirli gün ve haftaları var. Bu dönemlerde tüketim çılgınlığı öyle bir boyut alıyor ki dışında kalmak imkansız hale geliyor. Yani biz oraya bakmasak da onlar hep baktığımız yerde oluyor. Kısacası bu gün ve haftalar o kadar belirli ki bunlardan kaçış ihtimali de çok fazla yok. Madem kaçış yok, o zaman biz de zevk almaya bakalım. Biz biz olalım, eşimize, sevgilimize, ailemize hediye almak için bu günleri beklemeyelim!

1 Şubat 2012 Çarşamba

Son yıllarda en çok duyduğumuz kavramlardan biri sosyal medya! Her moda kavram gibi kimi zaman aşırı abartılarak, kimi zamansa hakkı teslim edilmeyerek, küçümsenerek bahsediliyor sosyal medyadan. Ama bir gerçek var ki, ülkelerde devrimler yapan, depremlerde göçük altından insan kurtaran, kendi şöhretlerini, kendi ünlülerini ve hatta kendi zenginlerini yaratan bir sihirli değnek sosyal medya. İşin sosyolojik tarafını bırakıp ekonomisine biraz bakalım…


[Aralık 2011 - Esquire Yazımdan..]


Bizim yaşlarımızdakiler için bilginin en karizmatik kaynağı evlerdeki kara ciltli ansiklopedilerken, şimdiki neslin Google’I, Wikipedia’sı, Ekşisözlüğü var.. Kıskanmıyor muyuz? Delice kıskanıyoruz. Artık bilgiye ulaşmak kolaylaştı, cehaletin mazereti, paylaşımın sınır kalmadı. Van’daki depremden dakikalar içinde Amerika’dakinin, İngiltere’deki şarkıcının trajik ölümünden saniyeler içinde Çin’dekinin haberi var artık. Bilgi her yerde, paylaşmak kolay...

Bilginin kutsal kaynaklarından Wikipedia sosyal medya için der ki; “Zaman ve mekân sınırlaması olmadan  paylaşımın, tartışmanın esas olduğu bir insanî iletişim şeklidir.”  Şöyle devam ediyor: Sosyal medya aynı zamanda "Kullanıcıların Ürettiği İçerik" ve "Müşterilerin Ürettiği Medya" kavramlarını da ortaya çıkarmış, bu yapısıyla da ticari plandaki anlamını kazanmıştır. İşte sosyal medyanın ekonomik önemi de aslında tam bu tanımda ortaya çıkıyor. Bu paylaşım insani, bu paylaşımın zaman ve mekan kısıtı yok, içerik  yönlendiren tarafından değil, şimdiye kadar yönlenen kalabalıklar  tarafından oluşturuluyor. Yani daha samimi. Işte markaların, ekonomik büyüklükleri ne olursa olsun, bu ortamda var olmalarını zorunlu hale getiren özellik bu; burada gerçek insanlar konuşuyor, etkileşiyor. Ağızdan ağıza pazarlama, teknolojiyle biraraya geliyor ve sonsuz aktörü olan bir oyun sahnesi yaratıyor.  Düne kadar bir haberi, çok az farkla birkaç haber kanalından dinleyebilirken bugün bir gelişmeyi kendi seçtiğimiz binlerce kaynaktan ister yorumlu, ister yorumsuz olarak hem de çok daha hızlı bir şekilde alabiliyoruz. 

Facebook tabii ki halen sosyal medya denince akla ilk gelen marka ve birçok ülkenin ekonomisinden daha büyük bu büyük marka, global finans piyasalarını gelecek 6 ay içerisinde dürtmeye hazırlanıyor! Sene başında Goldman Sachs’tan gelen 1.5 milyar dolar civarındaki yatırımla halka arz sürecine hız veren Facebook (Türkçedeki adıyla “Feys” :P ) 100 milyar doların üstünde bir değerlemeyle piyasaya çıkacak gibi görünüyor. Sosyal paylaşımdan doğan şu milyonları da paylaşsak daha sosyal olmaz mıydı diye düşünüyor tabii insan. Bugün Facebook, marka değeri bir yana, dünyanın en büyük markalarının ve ticari yapılarının da bulunmak için can attığı bir medya durumunda. Markalar Facebook üzerinde “Beğen”ilmek için ciddi bütçeler harcıyor. MDG verilerine göre; tüm dünyada sektörlerin %76’sı sosyal medyayı iş amacıyla kullanıyor bile. Markaların %64’ünün pazarlama stratejileri sosyal medya ile entegre durumda. Sosyal Medyayı ekonomik amaçla kullanan firmaların tamamı ciddi maliyet kontrolü sağlamışken, %72’si somut iş neticeleri almış, %45’I yeni ortaklıklar geliştirmiş. Markaların %77’si Youtube, %75’i Facebook, %75’i bloglar ve %73’ü Twitter’da aktif kullanıcılar. Küresel Ekonomide zor bir yol olması beklenen 2012 yılı için küresel markaların sosyal medyaya ayırdıkları kaynak 2011’e kıyasla şimdiden %55 artmış. Yani herkes bu yeni mahallede bir dükkan açmak istiyor.

Markalar, bu yeni mecrada bir an önce varlık göstermeye çalışırken, dünyada da, ülkemizde de ciddi iletişim kazaları yaratabiliyor, kaş yapayım derken göz çıkartabiliyorlar elbette. Sosyal medyada bilinirlik yaratmak isterken antipati yaratanların sayısı hiç de az değil. Düşünün şimdi mahalleden arkadaşlarla kaldırımın üstüne tünemiş muhabbetimizi ederken iyi giyimli adamın birisi gelip “Şu elimde görmüş olduğunuz traş bıçakları” diye satışa başlıyor. Tabii ki muhabbetimize limon sıkan bu adamı mahallemize geldiğine pişman edip gönderiyoruz. Kimi markaların sosyal medyada var olma hikayeleri de işte bu kadar trajik sonuçlanabiliyor. Bu da konvansiyonel pazarlamanın bazı temel kurallarını bu yeni mecraya uygulama gerekliliği doğuruyor, örneğin ünlü kullanımı. Şüphesiz bu mahallenin ünlüleri de farklı. Dolayısıyla bu mahallede lafını dinletmek istiyorsan, mahallenin sevilen figürlerinden birisiyle işbirliği yapmak en çok başvurulan yöntemlerden.

Eski dünyada doğup varlığını bu yeni dünyada sürdürmeye çalışan bir ekonomik çoğunluk varken, bir yandan da doğumlarını da bu yeni dünyada gerçekleştiren ciddi ekonomik yapılardan bahsetmek mümkün. Örneğin sosyal medyada fotoğraf paylaşımı sağlayan Instagram. Ülkemizde sosyal paylaşımın fotoğrafcılık sektörüne faydası “ Facebook için imaj fotoğrafları çekilir! ” yazan semt fotoğrafçılarıyla sınırlı kalırken, dünyada havalı fotoğraf paylaşma olgusu 13 milyon insanı Instagram’ın etrafında topladı bile. Bir yılda milyon dolarlık şirket olup sosyal medyanın en önemli figürlerinden biri olan Instagram’da tahmin edin kaç kişi çalışıyor? Hazır olun, sadece 6 ! 13 milyon kişiye karşı 6 kişi ! Bir de bir Türk dünyaya bedel deriz..


Sosyal medyanın bu kadar hızlı büyümesi ve örneğin Arap baharı gibi toplumsal olaylarda oynadığı rol aslında artık bireylerin şimdiye kadarki gibi sadece anlatılanları dinlemeyi değil, kendi aralarında konuşmayı istediklerini gösteriyor! İster devrim organize etmek için, ister depremi haber vermek için, ister kaçırılan bir geminin içinden haber vermek için, ister bir filmi yorumlamak için.. Ticari markaların değil, gerçek insanların gerçek sözleri önemseniyor. İşte bu da sosyal medyanın ekonomik önemini artırmaya devam ediyor. 


Hatırlarsınız fıkrayı, Nasrettin Hoca damdan düşüyor. Hocam hemen doktor çağıralım diyorlar, doktor istemem, bana damdan düşen birini çağırın diyor! Artık doktorun değil, damdan düşenlerin hikayesini merak ediyoruz. Ve iddiaya girerim damdan düşmüş bir milyon kişi bulabilirim!  


PAYLAŞTIKÇA GÜZELLEŞEN MİLYONLAR

Son yıllarda en çok duyduğumuz kavramlardan biri sosyal medya! Her moda kavram gibi kimi zaman aşırı abartılarak, kimi zamansa hakkı teslim edilmeyerek, küçümsenerek bahsediliyor sosyal medyadan. Ama bir gerçek var ki, ülkelerde devrimler yapan, depremlerde göçük altından insan kurtaran, kendi şöhretlerini, kendi ünlülerini ve hatta kendi zenginlerini yaratan bir sihirli değnek sosyal medya. İşin sosyolojik tarafını bırakıp ekonomisine biraz bakalım…


[Aralık 2011 - Esquire Yazımdan..]


Bizim yaşlarımızdakiler için bilginin en karizmatik kaynağı evlerdeki kara ciltli ansiklopedilerken, şimdiki neslin Google’I, Wikipedia’sı, Ekşisözlüğü var.. Kıskanmıyor muyuz? Delice kıskanıyoruz. Artık bilgiye ulaşmak kolaylaştı, cehaletin mazereti, paylaşımın sınır kalmadı. Van’daki depremden dakikalar içinde Amerika’dakinin, İngiltere’deki şarkıcının trajik ölümünden saniyeler içinde Çin’dekinin haberi var artık. Bilgi her yerde, paylaşmak kolay...

Bilginin kutsal kaynaklarından Wikipedia sosyal medya için der ki; “Zaman ve mekân sınırlaması olmadan  paylaşımın, tartışmanın esas olduğu bir insanî iletişim şeklidir.”  Şöyle devam ediyor: Sosyal medya aynı zamanda "Kullanıcıların Ürettiği İçerik" ve "Müşterilerin Ürettiği Medya" kavramlarını da ortaya çıkarmış, bu yapısıyla da ticari plandaki anlamını kazanmıştır. İşte sosyal medyanın ekonomik önemi de aslında tam bu tanımda ortaya çıkıyor. Bu paylaşım insani, bu paylaşımın zaman ve mekan kısıtı yok, içerik  yönlendiren tarafından değil, şimdiye kadar yönlenen kalabalıklar  tarafından oluşturuluyor. Yani daha samimi. Işte markaların, ekonomik büyüklükleri ne olursa olsun, bu ortamda var olmalarını zorunlu hale getiren özellik bu; burada gerçek insanlar konuşuyor, etkileşiyor. Ağızdan ağıza pazarlama, teknolojiyle biraraya geliyor ve sonsuz aktörü olan bir oyun sahnesi yaratıyor.  Düne kadar bir haberi, çok az farkla birkaç haber kanalından dinleyebilirken bugün bir gelişmeyi kendi seçtiğimiz binlerce kaynaktan ister yorumlu, ister yorumsuz olarak hem de çok daha hızlı bir şekilde alabiliyoruz. 

Facebook tabii ki halen sosyal medya denince akla ilk gelen marka ve birçok ülkenin ekonomisinden daha büyük bu büyük marka, global finans piyasalarını gelecek 6 ay içerisinde dürtmeye hazırlanıyor! Sene başında Goldman Sachs’tan gelen 1.5 milyar dolar civarındaki yatırımla halka arz sürecine hız veren Facebook (Türkçedeki adıyla “Feys” :P ) 100 milyar doların üstünde bir değerlemeyle piyasaya çıkacak gibi görünüyor. Sosyal paylaşımdan doğan şu milyonları da paylaşsak daha sosyal olmaz mıydı diye düşünüyor tabii insan. Bugün Facebook, marka değeri bir yana, dünyanın en büyük markalarının ve ticari yapılarının da bulunmak için can attığı bir medya durumunda. Markalar Facebook üzerinde “Beğen”ilmek için ciddi bütçeler harcıyor. MDG verilerine göre; tüm dünyada sektörlerin %76’sı sosyal medyayı iş amacıyla kullanıyor bile. Markaların %64’ünün pazarlama stratejileri sosyal medya ile entegre durumda. Sosyal Medyayı ekonomik amaçla kullanan firmaların tamamı ciddi maliyet kontrolü sağlamışken, %72’si somut iş neticeleri almış, %45’I yeni ortaklıklar geliştirmiş. Markaların %77’si Youtube, %75’i Facebook, %75’i bloglar ve %73’ü Twitter’da aktif kullanıcılar. Küresel Ekonomide zor bir yol olması beklenen 2012 yılı için küresel markaların sosyal medyaya ayırdıkları kaynak 2011’e kıyasla şimdiden %55 artmış. Yani herkes bu yeni mahallede bir dükkan açmak istiyor.

Markalar, bu yeni mecrada bir an önce varlık göstermeye çalışırken, dünyada da, ülkemizde de ciddi iletişim kazaları yaratabiliyor, kaş yapayım derken göz çıkartabiliyorlar elbette. Sosyal medyada bilinirlik yaratmak isterken antipati yaratanların sayısı hiç de az değil. Düşünün şimdi mahalleden arkadaşlarla kaldırımın üstüne tünemiş muhabbetimizi ederken iyi giyimli adamın birisi gelip “Şu elimde görmüş olduğunuz traş bıçakları” diye satışa başlıyor. Tabii ki muhabbetimize limon sıkan bu adamı mahallemize geldiğine pişman edip gönderiyoruz. Kimi markaların sosyal medyada var olma hikayeleri de işte bu kadar trajik sonuçlanabiliyor. Bu da konvansiyonel pazarlamanın bazı temel kurallarını bu yeni mecraya uygulama gerekliliği doğuruyor, örneğin ünlü kullanımı. Şüphesiz bu mahallenin ünlüleri de farklı. Dolayısıyla bu mahallede lafını dinletmek istiyorsan, mahallenin sevilen figürlerinden birisiyle işbirliği yapmak en çok başvurulan yöntemlerden.

Eski dünyada doğup varlığını bu yeni dünyada sürdürmeye çalışan bir ekonomik çoğunluk varken, bir yandan da doğumlarını da bu yeni dünyada gerçekleştiren ciddi ekonomik yapılardan bahsetmek mümkün. Örneğin sosyal medyada fotoğraf paylaşımı sağlayan Instagram. Ülkemizde sosyal paylaşımın fotoğrafcılık sektörüne faydası “ Facebook için imaj fotoğrafları çekilir! ” yazan semt fotoğrafçılarıyla sınırlı kalırken, dünyada havalı fotoğraf paylaşma olgusu 13 milyon insanı Instagram’ın etrafında topladı bile. Bir yılda milyon dolarlık şirket olup sosyal medyanın en önemli figürlerinden biri olan Instagram’da tahmin edin kaç kişi çalışıyor? Hazır olun, sadece 6 ! 13 milyon kişiye karşı 6 kişi ! Bir de bir Türk dünyaya bedel deriz..


Sosyal medyanın bu kadar hızlı büyümesi ve örneğin Arap baharı gibi toplumsal olaylarda oynadığı rol aslında artık bireylerin şimdiye kadarki gibi sadece anlatılanları dinlemeyi değil, kendi aralarında konuşmayı istediklerini gösteriyor! İster devrim organize etmek için, ister depremi haber vermek için, ister kaçırılan bir geminin içinden haber vermek için, ister bir filmi yorumlamak için.. Ticari markaların değil, gerçek insanların gerçek sözleri önemseniyor. İşte bu da sosyal medyanın ekonomik önemini artırmaya devam ediyor. 


Hatırlarsınız fıkrayı, Nasrettin Hoca damdan düşüyor. Hocam hemen doktor çağıralım diyorlar, doktor istemem, bana damdan düşen birini çağırın diyor! Artık doktorun değil, damdan düşenlerin hikayesini merak ediyoruz. Ve iddiaya girerim damdan düşmüş bir milyon kişi bulabilirim!